Ç­I­T­ ­Ç­I­T­ ­Ç­E­D­E­N­E­

Ç­I­T­ ­Ç­I­T­ ­Ç­E­D­E­N­E­

Altmışlı yıların başlarıydı,
Köyün girişinin sağ tarafında sabit harmanımız vardı. Sabit diyorum çünkü köyde ancak 5-6 tane sabit harman vardı. Köylü, genel olarak köyün yakınındaki tarlalarda yapardı harmanını.
Sabit harman sadece harman döneminde kullanılır, onun dışında diğer harman zamanına kadar boş kalırdı.
Harman zamanı, harman yapılacak zemin sulanır, toprak kavşayınca tapanlanır ve zemin pürüzsüz bir şekilde düzeltilir, buna harman yalaşlama denir, aynen beton zemine şap atmak gibi bir eylem.
Bizim harmanın girişinin sağ tarafında samanlık ve bitişinde kesmüklük vardı. Harman ayı dışında kesmüklüğe tığ makinası, harmanda kullanılan düvenler ve alet, edavat konurdu.
Harmanın samanlık tarafının devamında kot farkından 2 metre yüksekliğinde duvar vardı, yine sol tarafında da kot farkından 2 metre yüksekliğinde benzer bir duvar daha vardı. Harmanın bahçe tarafı ve yol tarafındaki duvarın üzeri çitle çevriliydi.
Harmanın sol tarafındaki duvarın önüne, uzak tarlalardaki saplar öküz arabalarıyla çekilir tren vagonları gibi uzunlamasına yığılırdı. Yakın tarlalardaki ekinler akşam üzeri getirilir, harmana serilir ertesi gün düvenlenirdi.
Ağustos’un 10-15 gibi harman
düvenlenmeye başlar Eylül sonuna kadar sürerdi. O yıllarda okullar Eylülün son haftasında açılırdı ve çoğu zaman öğretmenimiz bizi harmandan alırdı.
Babamdan altı-yedi yaş büyük amcam vardı, biz emmi derdik. Rasim amcam bir köylü değil de sanki bir şehir çocuğu gibiydi. İşte güçte gözü olmayan, nerede bir düğün eğlence var orada bulunan bir insandı. Her zaman füme ya da lacivert takım elbise giyerdi beyaz gömlekle. Maamafih babam da çok güzel giyiniyordu. Bizim köylüler o yıllarda Niksar’ın en zengin esnaflarından Tahsin Çelepoğlu’ndan alış-veriş yaparlardı.
Tahsin Çelepoğlu dedeme; “Hüseyin ağa senin oğulların bizim kasabalılardan daha pahalı ve daha şık elbiseler giyiniyorlar.” dermiş.
Amcamın sözü-sohbeti de çekilirdi, çok güzel hikayeler anlatıyordu bize, çoğu kendi yaşadığı, çoğu da yaşanabilir hikayeler.
Amcam genelde Mayıs başı köyden gider, Eylül sonu işler bitince köye gelirdi. O zamanlar askerlik dışında gurbete giden pek yoktu. Benim yaşımda, aramızda kırk gün var amcamın oğlu Kemal var, biz ikiz gibiydik. Dört gözle amcamın yolunu gözlerdik zira sadece ikimize hediye alırdı.
Yine bir harman zamanı amcam harmandaydı demek ki o sene gurbete gitmedi.
Harman geçeğinin kapısında samanlığa dayalı kuru bir ardıç kütüğü vardı ve biz onun dibinde oynardık hep, aynı zamanda samanlığın saçağının gölgesiydi orası.
Harman geçeğine Kemali geldi ve amcamı harmandan çağırdı.
Kemali amcamdan 8-10 yaş küçük genç bir delikanlı. Davul çalar, türkü söyler sanatçı ruhlu bir kişi. O zamanlar bisikleti vardı, Kemal’le bizi gezdirirdi. Ramazan gecelerinde ıslıkla davul çalarak köylüyü sahura hep o uyandırırdı.Bizim evin önünde bulgur sokusu vardı, onun üzerine oturur biz uyanana kadar, türkü söyleyerek davul çalardı.
O ardıç kütüğünün dibinde; “Rasim Ağabey yeni bir türkü öğrendim onu sana söylemek istiyorum dedi.”
Amcam dünden arıyor öyle bir şeyi zaten, “söyle lan Kemali” dedi.
Biz de o gün yine Kemal’le ardıç kütüğünün dibinde oynuyoruz, bizi hiç kaale almadılar tabii ki, belki de bizim varlığımızdan hiç haberleri yoktu.
Kemali;” Çıt çıt çıt çıt çedene de sar bedeni bedene
Dünya dolu yar olsa da alacağım bir tane” türküsünü söyledi amcama.
“Kemali çok güzel türküymüş bir daha oku” dedi, amcam.
Kemali tekrar okudu, tabii bu arada dedemi de kolluyorlar oraya gelir mi diye.
“Rasim ağabey düşünsene, bir hayal etsene;’ sar bedeni bedene’ diyor yahu.”
Amcam da “Kemali gerçekten de bu sözler çok etkileyici “ diye onu tasdik ediyor. Gerçekten türkünün bu sözlerinden o kadar etkilendiler ki dakikalarca bu konu üzerinde yorum yaptılar.
Biz 7-8 yaşlarımızdayız o zaman ama onların ne demek istediklerini çok net anlamıştık.
İşte sanat bu, işi pornofiye dökmeden bir ince dokunuş, anlayış ve gizemli bir şekilde ifade ediyorlar anlamak istediğini.
Şimdiki açık-saçık ifadelerle söylenen türküleri dinleseler bu denli etki altında kalırlar mıydılar ya da bu kadar keyif alırlar mıydılar dersiniz.

Neşet ERTAŞ Üstad, Almanya’da konser verirken gençler sorarlar.
“Üstadım bu kadar içli ve dertli sözcükleri, ezgileri nasıl söylüyorsunuz.”
Neşet ERTAŞ;”Gençler sizin kız arkadaşlarınız, sevgilileriniz var mı?”
Gençler;”Var tabi ki”
“Siz onlarla her gün buluşuyorsunuz, yemeğe, kafelere, sinemalara gidiyorsunuz, hatta çoğunuzun kız arkadaşı yanınızda konser izliyorsunuz.
Biz sevdiğimiz, ya da sevmek için aklımıza koyduğumuz kızı ancak Çeşme başında görebiliyorduk, hatta çeşmeye gelmezse günlerce göremiyorduk bile, gördüğümüz zaman da 50 metreden fazla yaklaşamıyorduk, bazen kız da bize hiç bakmıyor bile baksa da göz ucuyla!.. İşte biz o ortamlarda yetiştik, siz de bizim yaşadığımızı yaşasaydınız beni anlardınız” demiştı.
Merhum amcamlar da o ortamlarda yetişti.
Sanatın incelik, zerafet, gizemli bir anlam kazandığı bir zaman diliminde yaşadılar onlar.
O bakımdan “sar bedeni bedene” sözleri onları çok etkilemişti, onlarda çok değişik anlam ifade ediyordu, belli ki!..

(Başta amcam olmak üzere bu yazıda ismi geçen herkesin ruhu şad, mekanı cennet olsun.)

08.10.2023 BOSTANCI/KADIKÖY

İHSAN GÜMÜŞ

Emekli Eğitimci

Popular Articles

Latest Articles