U­m­u­t­ ­N­u­r­ ­S­u­n­g­u­r­ ­Y­a­z­i­o­:­ ­“­E­k­m­e­k­ ­B­u­l­a­m­ı­y­o­r­l­a­r­s­a­ ­P­a­s­t­a­ ­Y­e­s­i­n­l­e­r­!­”­

U­m­u­t­ ­N­u­r­ ­S­u­n­g­u­r­ ­Y­a­z­i­o­:­ ­“­E­k­m­e­k­ ­B­u­l­a­m­ı­y­o­r­l­a­r­s­a­ ­P­a­s­t­a­ ­Y­e­s­i­n­l­e­r­!­”­

Marie Antoinette tarafından söylendiğine dair kanıt olmamasına rağmen ona mâl edilen “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!' sözü birbirimizle empati kurma konusunda son iki yüzyılda ne kadar yol aldığımızı düşündürdü bana.

Sizce günlük hayatımızda birbirimizi ne kadar iyi anlıyoruz ya da karşımızdakinin ne hissettiğini fark ediyoruz? Birbirimize ne kadar açılıyoruz? Karşımızdaki kişinin ne hissettiğini ancak bize gösterdiği kadarıyla biliyoruz. Ama bir kitap okurken romandaki karakterleri net olarak anlayabiliriz çünkü yazar karakterlerin hem iç hem de dış dünyalarını açıkça gözlerimizin önüne serebiliyor.

Son zamanlarda yapılan bazı araştırmalar dünya genelinde empati oranının düşüşte olduğunu göstermekte.

Artan siyasi kutuplaşma, göçmen ve mültecilerin içinde bulunduğu çaresizlik, artan nefret suçları, artan rekabet, azalan sosyal bağlar, artan eşitsizlik ve
toplumların giderek bireyselliği abartılı biçimde teşvik eden tutumları bana empatinin yerini öfke, endişe, şüphe ve önyargının aldığını düşündürüyor.  Halbuki bizi insan yapan en temel özelliklerimizden biri empati becerimiz değil mi?

Peki empati sizce nedir? Empati sonradan öğrenilebilir mi? Empati geliştirilebilir mi? Çoğu zaman sempati kelimesi ile karıştırdığımız empati kelimesini gelin birlikte irdeleyelim.

Empati kelimesi Yunanca “en”(içine) ve “patheia” (duygu, acı, hissetme, algılama) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş ve yaklaşık 100 yıl önce Almanca “Einfühlung”  teriminin (kişinin duygularını bir nesneye yansıtma kapasitesi ve böylece o duygunun hayat bulması) İngilizce tercümesi olarak literatüre kazandırılmış.

Sanırım yazar Harper Lee'nin “Bülbülü Öldürmek” adlı romanında Atticus Finch’in şu sözleri empati kelimesini güzel özetliyor; “Bir insanı, onun bakış açısından düşünene ve teninin içine girip etrafta öyle dolaşana kadar gerçekten anlaman mümkün değildir'.

Şimdi ise 20. yüzyılın önemli psikologlarından Carl Rogers’ın “empati” tanımına bakalım. Ona göre empati,  bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecidir. Başka bir deyişle, karşımızdaki kişinin bakış açısından bakabilmek, onu dinleyip onun gibi düşünüp, hissedebilmek, yani bağ kurabilmek ve aynı zamanda da karşımızdaki kişi ile olan benzerliği ve her birimizin biricikliğini fark ederek paylaşmak diyebilirim. Örneğin, bir film, oyun veya romanda bir karakterin yaşadığı kayıptan duyduğu üzüntüyü bizler de benzer şekilde hissetmiyor muyuz?

Bizim başka insanlarla bağ kurmamızı sağlayan bu özelliğimizi kendimizden farklı olan insanlarla birlikte olduğumuzda, önyargılarımızdan arınarak, onların bakış açılarını anlamaya çalışarak geliştirebilir miyiz?

Bizim başka insanlarla bağ kurmamızı sağlayan bu özelliğimizi kendimizden farklı olan insanlarla birlikte olduğumuzda, önyargılarımızdan arınarak, onların bakış açılarını anlamaya çalışarak geliştirebilir miyiz?

Hatta yapılan araştırmaların, roman okumanın kendimizi başkalarının zihnine yerleştirme yeteneğimizi geliştirmeye yardımcı olduğunu gösterdiğini biliyor muydunuz? Ya da meditasyonun empatiyi geliştirmeye yardımcı olduğunu? 

Bizleri başkalarının deneyimlerini anlamaya, hissetmeye ve düşünmeye teşvik eden sanatın (edebiyat, müzik, görsel sanatlar, tiyatro, sinema) empati becerimizi geliştirmemize yardımcı olacak bir değer olduğunu söylemem sanırım yanlış olmayacaktır.

Bir sanat eserinin temel amacı bir duygunun veya ruh halinin nasıl hissettirdiğini göstermek olmamasına rağmen bunu bize deneyimletebilir. Sanat, ya hayal gücümüzü devreye sokarak ya da deneyim, duygular ve ruh halleri arasındaki bağı kullanarak başkalarıyla dostça, ahenk içinde ilişki kurabilme yönünde bize beceri kazandırabilir.

Örneğin Francisco Goya’nın 3 Mayıs 1808 isimli tablosunda bir adamın son anlarında yaşadığı mutlak çaresizliği hissetmememiz mümkün mü?

Örneğin Francisco Goya’nın 3 Mayıs 1808 isimli tablosunda bir adamın son anlarında yaşadığı mutlak çaresizliği hissetmememiz mümkün mü?

3 Mayıs 1808 - Francisco Goya

Belki de insanların sanatı sevmelerinin nedenlerinden biri sanatın başkaları ile bağ kurmamızı sağlayan ve içimizdeki duyguları canlandıran özelliği olabilir.

Binlerce yıl evvel mağara duvarlarına çizilmiş resimler bizleri bulunduğumuz yer ve zamandan çok uzakta yaşamış o insanların ne hissettiğini anlamaya davet etmiyor mu?

Binlerce yıl evvel mağara duvarlarına çizilmiş resimler bizleri bulunduğumuz yer ve zamandan çok uzakta yaşamış o insanların ne hissettiğini anlamaya davet etmiyor mu?

Bizleri eseri kimin, nerede, neden yaptığını, sanatçının düşüncesini bu şekilde ifade etmeye iten nedenin ne olduğunu düşündüren bu sorgulama süreci aslında bizi diğer insanları daha iyi anlamaya yöneltmiyor mu sizce de?

Hatta hiç gitmediğimiz toprakları görmemizi, kimsenin bilmediği aşkları deneyimlememizi, kendimizinkinden farklı, bilmediğimiz hayatları yaşamamızı ve bunları takdir etmemizi sağlamıyor mu sanat?

Hatta hiç gitmediğimiz toprakları görmemizi, kimsenin bilmediği aşkları deneyimlememizi, kendimizinkinden farklı, bilmediğimiz hayatları yaşamamızı ve bunları takdir etmemizi sağlamıyor mu sanat?

Migrant Mother (1936), Dorothea Loange

Dorothea Loange’in 1936 yılında çektiği yoksulluğu temsil eden unutulmaz fotoğraf karesi gözleri çok uzaklara dalmış bir annenin işlerin uzun bir süre daha iyi olmayacağına dair endişesini hepimize hissettirmiyor mu?

Yapılan bir araştırma sanatın hem sanatçıda hem de izleyicide uyandırdığı 3 şeyin tepki, duygu ve bağ olduğunu göstermiş. Burada sanat ve empati arasındaki paralellik sizce de çok çarpıcı değil mi? Çünkü empati de bizde tepki, duygu ve bağ hissettiriyor.  Tıpkı sanatta olduğu gibi, empati de duygudan düşünceye ve düşünceden de davranışa dönüşen bir hareket vardır. Bir kişi diğeriyle empati kurduğunda, karşısındakinin gerçekliğini anlamak için onunla bir ilişki kurar. Sanat da bakış açıları birbirinden farklı olan tüm izleyicilerin bir araya gelmelerinin aracı olur. Empati başkalarının
duygularını anlamak, sanatın önemli bir bölümü ise duygunun imgelenmesi ile bağlantılıdır.

Rembrandt'ın gençlikten yaşlılığa kendi portreleri, Vincent Van Gogh'un 'Yıldızlı Gece'si, Giacomo Puccini'nin 'Madama Butterfly' operası, Akram Dost'un yeni Gwadar mürekkep çizimleri,  Francis Bacon'un eziyetli yüzleri,  Gandhara sanatının 'Starving Buddha' heykeli, Michelangelo'nun 'Pieta'sı, Degas’nın''Guitar Player', Picasso'nun' Ağlayan Kadın'ı…, bizi yarattıkları dünyaya taşıyan sanat eserlerinden sadece bazıları.

Peki hangi sanat eserleri  size konu başlığımız olan empati yapmanızı sağlıyor?

Son olarak, İtalyan mimar, sanatçı, filizof Leone Battista Alberti’nin bir sözü ile bitirmek istiyorum

 'Sanat ruhu hareket ettirir, ağlayarak ağlar, gülerek güler, kederle kederlenir'.

Web

Instagram

Popular Articles

Latest Articles