G­e­z­i­-­c­i­ ­S­o­k­a­k­ ­R­u­h­u­

G­e­z­i­-­c­i­ ­S­o­k­a­k­ ­R­u­h­u­

Gezi-Ci Sokak Ruhu

Seksen doğumlu birinin seksenlerin sonu, doksanların başındaki çocukluk günlerinden kalan bir cümleden yola çıkıyorum. Daha doğrusu bir soru cümlesinden. Kıştan çok bahar ya da yaz aylarında havanın geç kararması ile oynamak için ev dışında geçen zamanın çokluğunu yansıtıyor. “Teknoloji bize neler yaptı? Artık ekranlarda buluşuyoruz” klişelerine girmeden ya da “Eskiden ev telefonu ile haberleşip herkes gelmek zorunda kalırdı, başka işi varsa da gelip onu haber vermek amaçlı mutlaka buluşma yerinde olurdu” gibi bir yad etme değil bu. Bunların dışında hatırlanması gereken başka bir şey: Sokakta olmak. Sokakta olabilmek için ya sizin evden çıkmış olmanız gerekirdi ya da arkadaşlarınızın grup halinde annenizin ismini söyleyerek çağırması. Tam olarak “Umut sokağa gelcek mi?” seslenmeleri ile aşağıda olmak arasında herhalde birkaç dakika oynardı.

Sokakta olma, hayatı kendisi gibi yaşama ve karşılaşabileceğiniz her maceranın doğrudan içine dalma anlamına geliyordu. Bir nevi gerçekleri gerçek mekanda yaşama prensibi. Sokakların belirli kuralları vardı: Maç yapılacak mahalleler, kavga edilecek mahalleler, hıdırellez kutlama yerleri, çamur ve topaç savaşlarının adresleri hep aynı yönü gösteriyor, sokakları. Bu nedenle çocukken sokakta olmamak gibi bir alternatif zaten yoktu. Belki de o denli sokaktaydık.

Son dönemde büyük bir çoğunluk arkadaşları tarafından sokaklara çağrılıyor. Sokaklara çıkıyor insanlar. Tanımadan yardımlaşıyorlar, birbirlerini tanımadan sohbet ediyor, yaralandıklarında ellerini uzatıyorlar. Hep bir ağızdan aynı sloganlarla yürüyorlar. İşin en çok ama en çok dikkate değer tarafı da bu sefer çocuklarının arkasından sokağa çıkmış annelerin olması. Yıllar önce yüzü gözü çamur içinde, elbiseleri pas, kir içinde, kolu bacağı simsiyah eve giren çocukların anneleri de sokaklarda. Demek ki çocuklarının tehlikede olma endişesini evde yaşamaktansa bunu güçlü bir desteğe çevirip evlatlarının omuzlarına yasladılar kendilerininkini.

Sadece anneler ya da sadece başka birileri olsa belki daha sınırlı bir açıklama yapılabilir. Saf ve temiz bir ebeveyn kimliği üzerinden hareket etmek de çok inandırıcı değil şu anki sokaklar ve içlerinde yürüyenler için. Bir bakıma herkesten birileri orada. Cins diye bir kriter olmadan, ırk ya da etnik köken bağnazlığından uzak, yaşlı ya da genç olmadan(herkes sokak ruhlu genç), grupları inanç üzerinden işaretlemeden yürüyenler. Yürüdükçe kalabalıklaşan ve yürüdükçe daha da değerlenen bir kalabalık, ama çok kalabalıklar.

Gezi ile başlayan sürece “Birkaç ağaç için bunlara gerek yok ki” zihinler ötesi ve sürrealist bakamayış açısıyla seslenenler yer alıyor. Bu sesleniş bir biçimde algı, anlam, düşünme ve anlama gibi süreçleri hemen yanıbaşındayken göremeyen, görse bile dokunamayan bir duyu sistemini tarif ediyor. Buna rağmen kendi içinde olduğu gibi dışarıya doğru da direnişin gücünü yansıtırken aynı zamanda naifliğini, zekasını, komikliğini, acısını, gidenlere sahip çıkmanın insanlığını yaşamaya devam eden bir Gezi ruhu dolaşıyor artık. Bu nedenle Gezi hem gezici hem de sokak ruhudur. Sokağın ruhu Gezi’den başlayıp aslında bulaşıcı bir şekilde çıkmaz sokaklarda bile dolanıyor.

Katılanların tek tip olmayışı, hiç düşünmeden ‘burada herkes var’ dedirten, aralarına katılmasa bile yukarıdaki penceresinden alkışıyla, tenceresiyle eşlik edenlerin olması, gerçekten samimi ve pırıl pırıl bir tepkinin, başını yukarı kaldırmanın en nadide örneği haline geliyor.

Arkadaşlar aşağıdan sesleniyor sokağa çıkacak mıyız diye? Daha yanıt gelmeden sokaklar doluyor, kalabalık artıyor, herkes birbirinin gözlerindeki ışıktan daha da güçleniyor. Her yerin Taksim olabilmesi her yerin insan olabilmesi kadar anlamlı ve özgürlüğün tadını unutanlara tekrar hatırlatmak uğruna her yerde Gezi-ci bir sokak ruhu bütün cazibesiyle dolaşıyor.

20.00 İstanbul

Kaynak: http://uylmn.wordpress.com/2013/07/03...

Popular Articles

Latest Articles