V­a­p­u­r­ ­b­e­k­l­e­y­e­n­l­e­r­

V­a­p­u­r­ ­b­e­k­l­e­y­e­n­l­e­r­

Mart 2013, akşam saat 19 civarı. Sirkeci-Üsküdar vapur iskelesinde evlerine gitmek için vapur bekleyen insanlar. Yüzlerde umutsuzluksan ziyade hafif bir yorgunluk ifadesi var ve bu ifade o günün yorgunluğundan ibaret.

Mart 2013, akşam saat 19 civarı. Sirkeci-Üsküdar vapur iskelesinde evlerine gitmek için vapur bekleyen insanlar. Yüzlerde umutsuzluksan ziyade hafif bir yorgunluk ifadesi var ve bu ifade o günün yorgunluğundan ibaret. Sabah olduğunda küçük de olsa umutla başlayan yeni gün bütün o yorgunlukları silecek. Hatta birçoğunun yüzünde yorgunluğun yansıra bir mutluluk emaresinin olduğu bile söylenebilir.

Gün önceki günler gibi sorunsuz bitti sayılır ve bir sonraki günün de en az bugün kadar normal geçmemesi için görünürde hiçbir sebep yoktur. Yarım kalan işler tamamlanacak, yeni yeni planlar yapılacaktır. Henüz “büyük burhan” patlamamış, kimsenin aklına gelecek korkusu düşmemiştir. Hayat olağan seyrinde akmaktadır.Ne Rusya Ukrayna’yı işgal etmiş ne Covit belası ne de korkunç deprem felaketi yaşanmış, daha sokaklarda ve evlerde korku kol gezmiyordur.

Ve bir alıntı: “Milyonlarca insan bilmeden böyle yaşıyor ya da böyle ölüyor. İşlerine gidiyorlar. Araba kullanıyorlar. Aileleriyle piknik yapıyorlar. Çocuklarını büyütüyorlar.”

Anais Nin’in 1931-34 arasındaki günlüklerinde geçen bu alıntı, on yıl önce çektiğim o fotoğraftaki insanların haleti ruhiyelerine ne kadar uygun görünüyor. Herkes için hayat bir önceki günden farklı olmayan bir biçimde iradesizce akıp gitmektedir.

Günlük, bugün bizim son derece naif hatta anlamsız bulacağımız biçimde devam ediyor:

“Derken dehşetli bir şok… ve bir insan, bir kitap, bir şarkı çıkıp gelir onları ve ölümden kurtarır.” Kendi kendime bu “doğru mu?” diye düşünüyorum. İradesizce, hiçbir şeyin farkında olmadan yaşanan hayat (bu ne demekse?) aslında ölüm müdür? Eğer öyleyse dehşetli bir şok insanı ölümden kurtarabilir mi? Yazarın hedonist bir hayatı tercih etmiş olması bahsettiği ölümden kurtuluşun hazcı bir kurtuluş olduğun ima ediyor. Halbuki biz hepimiz çok kısa süre önce yazarın kastettiğinin çok ötesinde dehşetli bir şok yaşadık ve tonlarca molozun altında kalanlarla birlikte yazarın kastettiğinden bambaşka türlü bir ölümden kurtuluşu bekledik. Bir şarkı ya da bir kitap elbette bunu yapamazdı. Bir insan da gel(e)medi. Ve onlar öldüler. Hayatta kalan bizlerse bu şokun karşısında ölümden kurtulmak bir yana gittikçe daha çok ölüyoruz. Yaşayan ölüleriz ve halimiz Sisifos’tan daha acıklı. Bizim cezamız ebediyen bir kayayı dik tepeye çıkarmaktan çok daha ağır. Adeta tonlarca molozun altında son ölüm gelene kadar tekrar tekrar ölmek.

Vapur iskelesinde bekleyenlerin fotoğrafının tarihi milat alacak olursak bizler en az on yıldır her seferinde şiddeti daha da artan şoklar yaşıyoruz. Felaketler üzerlerine düşeni yerine getiriyorlar. Bizler mucize bekliyoruz. Fakat bu şok ve felaketlerin hiç birisi bizi ölümden kurtarmıyor ve benim dilimden çaresiz şöyle sözler dökülüyor: Tur Dağı’nı aştım, Kızıldeniz’e ulaştım/ ve işte mucize/ Ne Kızıldeniz yarıldı ne başımın üstünde bir bulut.

Günlükteki ifade şöyle tamamlanıyor: “Fakat bazıları hiçbir zaman uyanmaz!” Zamanın ruhuna ne kadar uygun bir hüküm: Hiçbir şokun ve hiçbir felaketin uyandıramayacağı kadar derin bir uykuda olmak. Yoksa hepimiz uykudayız ve ancak ölünce mi uyanacağız?

O vapur bekleyenler bana keşke şu Ramazan gününde huzur içinde iftar yapmak ya da gün boyunca özledikleri çocuklarına, eşlerine, sevgililerine sarılmak üzere evlerine gidenleri çağrıştırabilseydi, bütün gün yaşadıkları alelade olayları birbirlerine anlatıp sıradan üzüntüler ya da sıradan mutluluklar yaşayan insanları...

Popular Articles

Latest Articles