‘­D­u­y­g­u­l­a­r­ı­n­ ­d­i­n­i­ ­ ­v­e­ ­m­i­l­l­i­y­e­t­i­ ­y­o­k­t­u­r­’­

‘­D­u­y­g­u­l­a­r­ı­n­ ­d­i­n­i­ ­ ­v­e­ ­m­i­l­l­i­y­e­t­i­ ­y­o­k­t­u­r­’­

70’li yılların Beyoğlu’nda, Rum kızı Angeliki ile Türk genci Mehmet’in aşkını anlatan iki kitaplık roman serisi Epsilon’dan çıkan yazar Yasemin Özek: Komşumuzu insan olarak severken, konu evlilik olunca kesilip atılmasını anlayamıyorum. Geleneklerine diğer kültürün ağır basmasından korkuyorlar. Din, bunu dile getirmek için en güçlü araç. Halbuki duyguların dini, dili, ırkı yoktur. Evlilik; dinin, milliyetçiliğin, toplumun ya da aile büyüklerinin değil, birbirini seven iki kişinin kararı olmalı.

Yasemin Özek’in, iki kitaplık serisi ‘Angeliki ile Mehmet’ Epsilon logosuyla okura sunuldu. Romanlarında tarihsel gerçeklerden esinlenerek tutkulu bir aşk hikâyesini kaleme alan yazar, iki kitaplık seride 70’li yılların Beyoğlu’nda, bir meyhanecinin kızı olan Angeliki ile bir ciğercinin oğlu olan Mehmet’in arasındaki aşkı anlatıyor. Okurlar, bir yandan Angeliki ile Mehmet’in çarpıcı aşk hikâyesine şahitlik ederken diğer yandan bu sürükleyici aşka eşlik eden şarkıları kitapların sonundaki karekodlardan dinlenebiliyor. Kendisi de bir mübadil torunu olan Özek’le KARAR okurları için konuştuk.

yasemin.jpg

İlk romanınız ‘İki Gözüm Despina’ geçtiğimiz yaz Yunancaya çevrilmiş, okurlarla buluşmuştu. Siz de oradaydınız. Nasıl tepkiler, geri dönüşler aldınız?

Evet, ilk romanım ‘İki Gözüm Despina,’ geçtiğimiz mayıs ayında Yunanca baskısıyla okurlarla buluştu. O süreçte birçok gazete röportajı verdim, söyleşi ve imza günleri yaptık. Benim için inanılmaz heyecanlıydı. Konuşmalarımı Yunanca yapmamdan ise çok etkilendiler. Kitapla ilgili çok olumlu geri dönüşler aldım, almaya da devam ediyorum. Bir Türk’ün bakış açısını merak ederek okuduklarını ve çok beğendiklerini söylediler. Şimdi ‘Angeliki ile Mehmet’i ve ‘Bu Böyle Yarım Kalmayacak’ sersini bekliyorlar. İleriki dönemde onlar da çevrilecek ve buluşmalarımız devam edecek.

reter.jpg

‘Angeliki ile Mehmet’ kitabınızın sonunda karekod okutarak romana eşlik eden dönemin şarkılarını dinleyebiliyoruz. Bu hoş fikir nasıl ortaya çıktı?

Ben daima yazarken hikâyeye uygun müzikler dinlerim. Dolayısıyla her iki kitapta da döneme ve meyhanelere uygun şarkılar dinliyordum. Dahası hikâyenin içinde de vardı bu şarkılar, karakterlerin sohbetlerinde hem sanatçıların hem de şarkılarının bahsi geçiyordu. Önce bölüm başlıklarına şarkıların isimlerini verdim. Sonrasında da yayınevimle yaptığımız bir toplantıda bu şarkıları okurlarla da paylaşma fikri ortaya çıktı. Ben yazarken dinlemişim, karakterler kitap boyunca bahsetmiş, o zaman okur da bize katılsın ve müziğin o tarifsiz gücüyle anlatılan dünyaya girebilsin istedik.

‘Bu Böyle Yarım Kalmayacak’ romanınızı okurken eski Türk filmlerini andıran bir hikayeye götürüyor beni. Nostaljik şarkıların, romanların ön plana çıktığı bir dönemdeyiz. Bu durum geçmişi merak etmenin mi yoksa günümüzden kaçmanın bir sonucu mudur sizce?
Bence her ikisi de. Büyüklerimizden dinlediğimiz bir dolu anı, bir dolu yaşanmışlık var. Yürüdüğümüz sokakların, apartmanların bir tarihi var. İster istemez merak edip o dönemleri araştırıyoruz. Ya da filmler, kitaplar aracılığıyla zamanda bir yolculuğa çıkıyoruz. Sonra günümüze bakınca görüyoruz ki; her şey bambaşka. Daha sert, daha yalnız, daha tüketim odaklı bir yaşamımız var. Sokak isimleri, apartman adları bile değişmiş. Dolayısıyla kimi zaman bu yalnızlıktan kaçmak kimi zaman da çocukluğumuzu anımsayıp o huzuru hatırlamak adına nostaljiye sığınıyoruz.

xcvx.jpg

Farklı kültüre mensup birbirini insan ve komşu olarak çok seven insanlar evlilik mevzu bahis olunca neden farklı bir kimliğe bürünürler? Bunu sadece sahip oldukları dinle açıklayabilir miyiz? Ya da bu konuda milliyetçiliği nereye koyabiliriz?

Bu soru için çok teşekkür ederim çünkü üç romanımda da altını çizdiğim bir konu. Komşu olarak, insan olarak o kadar severken, onun iyiliğini isterken konu aşk, evlilik olunca bıçak gibi kesilip atılmasını sahiden anlayamıyorum. Sanırım geleneklerinin, âdetlerinin tamamen yaşanamayıp diğer kültürün ağır basacak olmasından korkuyorlar. Din, bunu dile getirmek ve yasaklar koymak için en güçlü araç. Yasak koyulduğunda haklı bulanı ama izin verildiğinde de yargılayanı daha çok. Biz “El âlem ne der?” cümlesini iliklerine kadar yaşayan bir toplum olduğumuz için konuyu başından kapatmak en kolayı oluyor. Halbuki duyguların dini, dili, ırkı yoktur ki. Etrafın ne diyeceğini düşünüp evladınıza yasak koyarak onu hayat boyu mutsuzluğa sürüklemek haksızlık değil mi? Evlilik; dinin, milliyetçiliğin, toplumun ya da aile büyüklerinin değil, birbirini seven iki kişinin kararı olmalı.

Kitabınızda Beyoğlu’ndaki kültürel eksilmelere de değinmişsiniz. Son yıllarda çokça konuşulan bir ‘yozlaşma’ meselesi bu. Peki, Beyoğlu ile ilgili yakın gelecekteki öngörünüz nedir?

Beyoğlu’ndaki yozlaşmadan, dokusunun her geçen gün bozulmasından ben de müthiş rahatsız ve mutsuzum. Ancak geleceğinin nasıl olacağı biraz da bizim elimizde. Ah vah edip, “Eskisi gibi değil, çok bozuldu” deyip kaderine bırakırsak nasıl düzelmesini bekleyebiliriz? Beyoğlu’na küsüp elini ayağını oradan kesenler var. Ben şahsen bunu yanlış buluyorum daha doğrusu böyle bir lüksümüzün olmadığını düşünüyorum. Geçmişinde onlarca yangın, felaket atlatmış ama günün sonunda hep ayakta kalmış bir semtten bahsediyoruz. Beyoğlu hâlâ orada ve her şeye rağmen hâlâ ayakta… Gidip de elinden tutmamız, sahip çıkmamız gerekiyor. Aksi takdirde boşluğumuzu o yozlaşma doldurmaya devam edecek. Biliyorum geri dönüşü olmayan değişimler yaşadı ama hiç değilse kalanı korumak ve kim bilir yeni güzellikler katabilmek adına orada olmalıyız.

Popular Articles

Latest Articles