S­o­n­ ­y­ü­z­ ­y­ı­l­d­a­ ­d­e­ğ­i­ş­e­n­l­e­r­ ­y­a­ ­d­a­ ­h­i­ç­ ­d­e­ğ­i­ş­m­e­y­e­n­l­e­r­

S­o­n­ ­y­ü­z­ ­y­ı­l­d­a­ ­d­e­ğ­i­ş­e­n­l­e­r­ ­y­a­ ­d­a­ ­h­i­ç­ ­d­e­ğ­i­ş­m­e­y­e­n­l­e­r­

Üzerinden yüz yıl geçen bir cumhuriyetimiz var. Neler oldu, neler değişti bu yüz yıl içinde? Mehmet Ö. Alkan’ın derlediği, İletişim Yayınları’nın okura sunduğu ‘Cumhuriyet: Asırlık Bir Muhasebe’ kitabı bu soruların cevabını derli toplu ve eleştirel olarak anlatıyor. Mehmet Alkan, Şevket Pamuk, Sema Ender, Gökhan Çetinsaya, Aksu Bora, Tanıl Bora ve Ahu Antmen’in kaleme aldığı kitabı bitirdiğinizde, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına neden olan adam kayırmacılık gibi şeyler günümüzde de devam ediyor.

Cumhuriyetin yüzüncü yılındayız. Yeterince önem atfedip kutla(ya)madık. Oysa bu kadar önemli bir olayın zamana yayılarak bir sene boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanması, cumhuriyetin nasıl kazanımlara sahip olduğunun hatırlanması ve neden sahip çıkılması gerektiğini belirten çalışmalar olmalıydı. Sadece birkaç belediyenin çabasıyla bu süreç geçiştirildi.

Bu topraklarda cumhuriyet, saltanatın alternatifi olarak yer aldı. Bu toprakların monarşisinde danışacağı bir kurum olmakla birlikte son sözü padişahın söylediği bir rejim vardı. O da XIX. yüzyıldan sonra sağlıklı işlemedi. Sonradan uygulamaya çalıştığımız meşrutiyet rejimi toplumu umutlandırdı ama devletin geleceğini değil. Çok uluslu bir toplumsal yapıyı monarşik bir rejimde bir arada tutmak, otoritenin gücünün hissettirerek kolaydı ama milliyetçiliğin kendini iyice gösterdiği bir dönemde o farklılıklara verilecek özgürlükler toplumu, devleti bir arada tutamadı, tutamazdı da. Bunu da Osmanlı Devleti’nin dağılmasında gördük.

Cumhuriyet, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki çok yoğun savaşların ardından ilan edildi: Trablusgarp, Balkan, Dünya Savaşı ve Millî Mücadele. Bu savaşların nedenleri, süreçleri ve sonuçları yorgun olan monarşinin artık toplumsal karşılığının olmadığını da gösterdi. Millî mücadele döneminde iktidar koltuğuna geçen Mustafa Kemal, direksiyonu cumhuriyeti ilan etmek üzere Ankara’ya çevirdi. Şimdi, üzerinden yüz yıl geçen bir cumhuriyetimiz var. Neler oldu, neler değişti bu yüz yıl içinde? Bunu derli toplu ve eleştirel olarak anlatan bir kitap yayımladı yakın zamanda, İletişim Yayınları tarafından. ‘Cumhuriyet: Asırlık Bir Muhasebe.’

Kitabı Mehmet Ö. Alkan derlemiş. Kitap, alanında uzman olan yazar ve akademisyenlerin makalelerinden oluşuyor. Bu önemli kitabın makale başlıkları ve yazarları şu şekilde: ‘Cumhuriyet’in Siyasal Dönemeçleri’ Mehmet Alkan, ‘Köylülükten Çıkışın Zorlu Halleri’ Sema Erder, ‘Kadınların Yüzyılı’ Aksu Bora, ‘Cumhuriyet’in Ekonomisi’ Şevket Pamuk, ‘Dış Politikanın Yüzyılı: Süreklilik ve Değişim’ Gökhan Çetinsaya, ‘Yüzyılda İdeolojik Akışlar’ Tanıl Bora ve ‘Modernizm Peşinde: Sanatın Yüz Yılı’ Ahu Antmen.

Kitapta birkaç makaleden bahsetmek istiyorum. Mehmet Alkan cumhuriyetin yüz yıllık siyasal bir özetini aktarıyor. İlk dönemleri jakobenik yaklaşımlı olan, sonra halkın daha katılımıyla gerçek anlamına kavuşan bu rejime asker vasıtasıyla çok sık ket vurulduğunu görüyoruz. Cumhuriyetin bu kesintilerle anlamından değil belki ama işlevinden çok kaybettiğini fark ediyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren büyüyen bir milliyetçilik, çok partili döneme geçişin sancıları, yeter söz milletin, diyerek iktidara geçen DP’nin giderek otoriterleşmesine dikkat çekiyor Alkan ve bu otoriterleşme süreci günümüze kadar dönem dönem azalmadan devam ediyor.

Uzmanlık alanı olan ekonomide cumhuriyeti değerlendirmiş. Türkiye’nin Osmanlı’dan düşük gelirli bir ekonomi devraldığını, bunun da bir devleti yeniden inşa ederken zor olduğunu paylaşıyor. Pamuk, yüz yıllık cumhuriyetin ekonomik gelişmelerini üç başlık altında değerlendirmiş. İlki, iki dünya savaşı arasındaki dönem. Bu dönemde devletin yeni ve ulusal bir ekonomi inşa edildiği dönem olarak değerlendiriyor. Korumacı ve devletçi ekonomik bir yaklaşımın sergilendiği bu dönem 2. Dünya Savaşı ile son buluyor. İkinci dönemi buradan başlatıyor. Çok partili hayata geçiş, tarımda ivme kazanma, dış dünyaya açılma, kentleşme, özel sektörün kendini göstermeye başlamasının ekonomiye yansıması. Cumhuriyetin üçüncü ekonomik dönemini ise 1980 yılından başlatıyor. Özellikle dünyaya açıldığı bu dönemde ülkemizin sanayi inkılabını kaçırmasının olumsuz etkilerini görebiliyoruz. İktisadi olarak büyüme ve gelişmekle birlikte üretim açısından geride kalma, bizi batı ekonomilerinin gelişiminden neden uzak kaldığımızı gösteriyor. Attila İlhan’ı burada anmak gerekiyor. Yazılarında sanayileşmemiş toplumların tüketim kültürüne geçişlerinin gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu ifade etmişti. Günümüz insanın harcama, tüketim alışkanlıkları anlamak ve değerlendirmek için yazılarına göz atmakta fayda var.

Kitabı bitirdiğinizde Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına neden olan bazı şeylerin günümüzde de devam ettiğini görüyorsunuz: Liyakat ve kurumsallaşma. İşin ehline verilmediği, adam kayırmacılığın üst seviyede olduğu bir devlet yapılanmasının uzun vadede sağlıklı işlemesi mümkün değildir. Ayrıca devlet kurumlarının birisine değil, kurallara uygun olarak inşa edilmesi ve yaşatılması cumhuriyetin sonraki yüzyılları için oldukça kıymetli.

Sema Erder’in yazısında dikkat çeken bir nokta var:

“Tönnies’in ifade ettiği anlamda bireyin özerkleşmediği ve cemaat üyesi olduğu geleneksel toplumlardaki ilişkilerin cemaatler arasındaki ilişkiler olarak sürdürüldüğünü hatırlatmak gerekir.”

Avrupa’da demokrasinin güçlenmesinde bireyin kendi çabası sonucunda elde ettiği kazanımlar başat rol oynamıştır. Kısacası Avrupa insanı, kendi hakkını kendisi arayarak bireyselleşti. Kanlı oldu, milyonlarca insan öldü ama amaçlarına ulaştılar. Oysa bizim topraklarda hak, devlet tarafından insana ‘bahşedildi’. Bu da insanımızın bireyselleşmesini engelledi. Cumhuriyet döneminde insanımız, Osmanlı’daki gibi devlet karşısında kul olarak görüldü. Vatandaş olmakta sorunlar yaşayan ve devlet karşısında sürekli öteki olan (Kürt, İslamcı, sosyalist) insanımız hayatını Osmanlı’daki gibi kul olarak yaşamaya devam etti. Kul da kendini bir cemaat içinde var eden birisi olarak kendisine sürekli bir cemaat aradı. Bulanların sayısı günümüze kadar arttı: Toplum cemaatlere bölündü ve tüm cemaatler (Sekülerler, Atatürkçüler, tarikatlar, dini cemaatler vb) kendi kamusal alanlarını oluşturarak ibadet etmeye başladı. Bu da kulluğun toplum arasında yaygınlaşmasına neden oldu. Yüz yıl boyunca kamusal alanda kavga eden bu cemaatlerin kavgalarını izledik, izliyoruz. Seçimlerde oylarımızı da buna göre veriyoruz. Bireyselleşememiş bir cumhuriyet, ne kadar bir cumhuriyettir sorusu, bence burada oldukça önemli bir yerde duruyor.

Popular Articles

Latest Articles