B­e­y­i­n­ ­g­ö­ç­ü­ ­p­a­r­a­d­o­k­s­u­:­ ­G­i­d­e­n­l­e­r­i­n­ ­b­i­r­ ­k­ı­s­m­ı­ ­g­e­r­i­ ­d­ö­n­ü­y­o­r­ ­a­m­a­.­.­.­

B­e­y­i­n­ ­g­ö­ç­ü­ ­p­a­r­a­d­o­k­s­u­:­ ­G­i­d­e­n­l­e­r­i­n­ ­b­i­r­ ­k­ı­s­m­ı­ ­g­e­r­i­ ­d­ö­n­ü­y­o­r­ ­a­m­a­.­.­.­

Türkiye'de uzun yıllardan beri ağırlıklı olarak akademi alanında olmak üzere pek çok sektörde çalışan nitelikli kişiler daha iyi şartlar için yurt dışına gidiyor. Son iki yılda bu gidişler doktorlar üzerinden daha net olarak görülse de akademinin birçok alanında daha iyi şartlara çalışma yürütmek için göçüyor. Her ne kadar iktidar tarafından 'beyin göçü tersine olmaya başladı' söylemi kullanılsa da araştırmalar dönenlerin daha az niteliğe sahip verimsiz araştırmacılar olduğunu gösteriyor.

Türkiye'de yaşanan ekonomik sorunlar, akademideki niteliksiz, sağlık alanında yaşanan başta özlük hakları olmak üzere şiddet olayları beyin göçünü en nitelikli alanlarda artırdı. Akademisyenler daha iyi şartlar ve daha iyi olanaklarda çalışmalarını yapmak için Avrupa ve ABD'ye gidiyor. Ancak hükümet kanadı bunun tersinin gidenlerin son dönemde dönmeye başladığını savunuyor. Araştırmalar gidenler arasında dönenlerin olduğunu doğruluyor ancak sanıldığı gibi bir tablo yok ortada.

Bu paradoksu masaya yatıran araştırmalarda çıkan sonuç gidip dönenlerin daha az niteliğe sahip verimsiz araştırmacılar olduğunu gösteriyor. Dönmeyenlerin ve gitmek isteyenlerin ise daha verimli ve niteliğe sahip 'beyinler' olduğunu ortaya koyuyor.

Konuya ilişkin Chicago Üniversitesi ekonomi bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ufuk Akçiğit de yaptığı araştırmayı sosyal medya hesabından paylaştı. Bloğunda ayrıntılarını da verdiği araştırması “Beyin Göçünden Beyin Gücüne”başlığını kullanan Akçiğit “Kimler beyin göçü ile Türkiye'den gidiyor? Kimler dönüyor? Raporumuz beyin göçü paradoksunu gösteriyor:

Akçiğit'in araştırmanın detaylarını paylaştığı yazısı şöyle:

1-copy.jpg

Türkiye’de 2006 ve 2015 yıllarının üniversiteler için birer kırılma yılı olduğu bu raporda tekrar eden bir bulgu. Kırılmalardan ilki olan 2006’dan sonra Türkiye’deki üniversitelerin akademik verimliliklerinde düşüşler gözlemledik. Türkiye Bilim Raporu’ndan aldığım Şekil 1, bu durumu gözler önüne seriyor. Şekilde 2006 öncesi kurulan devlet üniversiteleri gri, 2006 öncesi kurulan vakıf üniversiteleri kırmızı, 2006 sonrası kurulan üniversiteler ise sarı noktalar olarak temsil ediliyor. Her üniversite için yatay eksende araştırmacılarının makalelerini yayınladıkları dergilerin etki puanlarına göre düzeltilmiş yıllık makale sayıları ortalaması, dikey eksende ise yıllık yayın yapan araştırmacı oranı ortalaması gösteriliyor. 2006’dan sonra kurulan üniversiteleri temsil eden sarı noktaların sol alt kısımda toplanması, bu kurumların daha az araştırma yapan, ve kalitesi daha düşük araştırmalar yapan araştırmacılardan oluştuğunu gösteriyor.

İnovasyon ile sonuçlanacak temel bilim ve uygulamalı araştırmaların beşiği olan üniversitelerin araştırmalar konusunda güçsüz olması, sürdürülebilir büyüme için Türkiye’nin önünde önemli bir engel. Dünyanın dört bir yanında yeni teknolojiler, üniversiteler ve endüstrinin ortak çalışmaları sonucunda ortaya çıkıyor ve istisnasız güçlü eğitim kurumlarında yetişmiş araştırmacılar tarafından yapılıyor. Ancak, Türkiye’nin üniversitelerinin dünyadaki okullar arasındaki pozisyonunu incelediğimiz Şekil 2, bu konuda ortaya negatif bir tablo çıkarıyor.

2-copy.jpg

Şekilde Türkiye’nin tüm üniversitelerinin değil, en iyi 10 üniversitesinin her biri en iyi 20 yazarı üzerinden dünyadaki diğer üniversitelerle kıyaslandığında ortalama sıralamalarını görüyoruz. Neredeyse her alanda Türkiye’nin en iyi 10 üniversitesinin ortalama sıralamaları düşüşte. Tıp alanında en iyi 10 üniversitenin diğer bölümlere kıyasla bir süre sıralamasını koruduğunu, ancak 2016’dan sonra onun da sıralamasını kaybetmeye başladığını görüyoruz. Bir önceki blogda anlattığımız inovasyona dayalı büyüme modelinin yetenek havuzunu hatırlayın. Biz toplum ayağını düzeltip, en yetenekli gençlerin üniversitelere gitmesini sağlasak da, bu gençleri nitelikli alanlarda dünya standartlarında bir eğitim ile mezun edemedikçe, yenilikçi iş gücü potansiyelinin altında kalmaya devam edecek.

3-copy.jpg

Gelişmiş ülkelerde araştırmalar yapan, patentler üreten yenilikçi iş gücünün kimlerden oluştuğuna baktığımızda, nitelikli, teknik alanlarda yüksek lisans ve özellikle doktora seviyesinde eğitim almış bireyleri görüyoruz. Peki yüksek lisans ve doktora mezun sayısı açısından Türkiye diğer ülkelere kıyasla ne durumda? Şekil 3, bu konuda diğer ülkelerden epey geri kaldığımızı gösteriyor.

4-copy.jpg

Üstüne üstlük, sadece yüksek lisans ve doktora oranını artırmamız da sürdürülebilir büyüme modelinin üniversiteler ayağını geliştirmek için yeterli değil. Çünkü alınan eğitimin seviyesi kadar bu eğitimin geleceğin teknolojilerine yön veren nitelikli alanlarda yapılıp yapılmadığı da önemli. Türkiye’nin bu durumdaki konumunu incelemenin bir yolu da birçok teknolojik alanda önemli gelişmelere imza atmış olan ABD ile Türkiye’de yüksek lisans ve doktora programlarında yazılan tez alanlarının zaman içinde gelişimini karşılaştırmak. Bu amaçla, Şekil 4 ABD’deki tez alanlarını gösterirken, Şekil 5 Türkiye’deki tez alanlarını gösteriyor.

ABD’de 1970'lerden önce pek gözükmeyen bilgisayar mühendisliği ve moleküler biyoloji alanlarının muazzam bir artış ile (grafik logaritmik olduğu unutulmamalıdır) elektrik mühendisliği, klinik psikoloji, makine mühendisliği, malzeme bilimi gibi alanların yanında en tepeye oturduğu dikkat çekici. Bu bölümler hepimizin bildiği gibi içinde bulunduğumuz yüzyılı şekillendiren teknolojilere yol açan alanlar. Teknolojilerde böylesi değişimlerin yaşandığı, başka bir tabirle kartların tekrar karıldığı zamanlar Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için büyük bir fırsat. Çünkü ülkeler yeteneklerini doğru alanlarda eğiterek, endüstrilerini bu alanlara yönlendirerek pazarın parçası haline gelebilirler.

5-copy.jpg

Peki Türkiye eline geçen bu fırsatı yeterince değerlendirebiliyor mu? Şekil 5’e baktığımızda makine, elektrik, ve bilgisayar mühendisliği alanlarının işletme, psikoloji, ziraat, tarih, din, ekonomi, hukuk, Türk dili ve edebiyatı gibi alanların ardından geldiğini görüyoruz. Bu tabloya bakınca, Türkiye’nin elindeki fırsatı çok da iyi kullanamadığını söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Toplumun en yetenekli bireyleri iyi üniversitelere gittiğinde ve nitelikli bölümlerde doktora seviyesine kadar kaliteli eğitim gördüğünde bile işimiz bitmiyor. Çünkü yenilikçi iş gücü için cazip maaş ve çalışma ortamı sağlayan yenilikçi şirketler ve özgürlükçü düşünce ortamı yoksa kısıtlı kaynaklarla eğitilmiş yenilikçi iş gücü beyin göçü ile kaybediliyor. Beyin göçü, küreselleşen dünyada kaçınılmaz bir durum. Peki yaşanan beyin göçü kaçınılmaz ise, bir fırsata dönüşebilir mi? Unutulmamalıdır ki dünyadaki ülkelerin teknolojilerini, ürettikleri ürünleri öğrenmek, gelişmenin olmazsa olmazı.

funsn5zx0aeqi6d-copy-001.jpg

Ayrıca, yine unutulmaması gerekiyor ki beyin göçü ile gidenler kadar dönenler de oluyor. Türkiye’nin beyin göçü konusunda ne durumda olduğunu tayin etmek için göç edenlerin oranının zaman içinde değişimini ve beyin göçünün verimlilik ile ilişkisini incelemek gerekiyor.

Türkiye’deki araştırmacıların yurt dışına göç etme ihtimalinin yıllar içinde değişimini gösteren Şekil 6’ya baktığımızda 2003-2015 arası sabit olarak devam eden (hatta biraz azalan) beyin göçünün 2015’ten sonra ciddi bir artış yaşadığını görüyoruz.

Beyin Göçü Paradoksu adını verdiğimiz Şekil 7’ye baktığımızda ise, Türkiye’deki araştırmacılar verimliliklerine göre beş eşit gruba ayrıldığında, verimlilik arttıkça göç etme oranının arttığını, benzer şekilde yurt dışındaki araştırmacılar verimliliklerine göre beş eşit gruba ayrıldığında verimlilik azaldıkça Türkiye’ye dönme ihtimalinin arttığını görüyoruz. Yani Türkiye beyin göçü ile her geçen gün en verimli araştırmacılarını kaybediyor, tersine beyin göçüyle geri kazandığı araştırmacıları ise ortalama olarak en verimsiz araştırmacılar arasından.

Peki göçün araştırmacıların kariyerlerine nasıl bir etkisi oluyor? Şekil 8’de yurt dışına taşınmanın akademik verimliliğe ortalama etkisini taşınma yılından sonraki sekiz yıl için görüyoruz. Türk araştırmacı Türkiye’deki benzerlerine kıyaslandığında yurt dışına taşındığı yıldan itibaren ortalama %28 verimlilik artışı yaşıyor. Bu durumun yurt dışındaki üniversitelerin araştırmaya verdikleri öncelik, ayırdıkları kaynaklar, ve bu kurumlarda yeni kurulan bağlantılarla ilgili olduğunu düşünebiliriz. Bu araştırmacıların göç etmek yerine Türkiye’de kalmasını istiyorsak, üniversitelerimizde araştırmaya daha çok öncelik verilmesi, ders yükünün azaltılması, kaynakların artırılması ve özgür düşünce ortamının geliştirilmesi çok önemli.

giden-copy.jpg

Türkiye’nin artarak devam eden beyin göçünden faydalanması mümkün müdür? Türkiye Akademik Diaspora Raporu’nun en önemli mesajı beyin göçünü beyin gücüne çevirmenin mümkün olduğu. Yine rapordan aldığım şekil 9 ve 10, bu konuda önemli bir sonuç ortaya çıkarıyor. Makaleler genelde birden fazla yazar tarafından yazılır. Araştırmacılar, eş yazarıyla bilgi ve yöntemlerini birleştirerek literatürdeki sorulara yeni yaklaşımlar getirmeye çalışır. Bu süreç içerisinde de eş yazarlar arasında bilgi transferi gerçekleşir.

9-copy.jpg

10-copy.jpg

Bu perspektifle Şekil 9’da eş yazarı yurt dışına taşındıktan sonra eş yazarıyla çalışmaya devam eden araştırmacıların akademik verimliliklerindeki artışı inceledik. Sıfır noktasındaki eş yazarın taşınma anından itibaren sekiz yıl boyunca, geride kalan araştırmacının akademik verimliliğinde (eş yazarı yurt dışına taşınmayan kontrol grubuyla kıyaslandığında) ortalama %9’luk bir artış tespit ettik. Peki bu durum araştırmacı eş yazarı ile araştırmaya devam etmediğinde ne oluyor? Bu sorunun cevabını da Şekil 10’da görebiliriz.

Bu kez, eş yazarı yurt dışına taşınan araştırmacının akademik verimliliğinde (eş yazarı yurt dışına taşınmayan kontrol grubuyla kıyaslandığında) bir artış gözlemlenmiyor. Yani, kariyerine Türkiye’de devam eden araştırmacılar, yurt dışına taşınan araştırmacılarla bağlantılarını sürdürdüğü takdirde verimlilik artışı yaşıyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin akademik diasporası bu perspektifle değerlendirilip, bir kayıp olarak değil, bağlantılar güçlendirilerek faydalanılacak beyin gücü olarak düşülmeli.

Yurt dışından Türkiye’ye dönen araştırmacıların, yurt dışındaki araştırmacılar arasında ortalama olarak en düşük verimli gruptan olduğunu söylemiştim. Peki Türkiye’ye dönmenin bu araştırmacıların akademik verimliliklerine nasıl bir etkisi oluyor? Türkiye Akademik Diaspora Raporu’ndan aldığım Şekil 11, Türkiye’ye dönmenin araştırmacının akademik verimliliğine ortalama 10% olumsuz etkilediğini görüyoruz. Bu durum Türkiye’deki araştırma ortamının yurt dışındaki kadar elverişli olmadığına dair bir tablo ortaya çıkarıyor.

donen-copy.jpg

Bu sonuçlar bir arada değerlendirildiğinde, yetiştirdiğimiz yenilikçi iş gücünün nitelikli bir eğitim alması, ardından Türkiye’de verimli çalışabilmeleri için ortam ve kaynak sağlanmasının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, yurt dışına giden bir araştırmacının herhangi bir araştırmacı olmadığı göz önünde bulundurularak, gitmelerinin önüne engel koymak yerine, kalmalarının nasıl daha cazip hale getirilebileceğinin yollarını tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu konuda yapılacaklar arasında üniversitelerimizin araştırma kalitelerinin artırılması, araştırma kaynaklarının genişletilmesi, eğitim yükünün azaltılması, üniversite-endüstri iş birliklerinin artırılması, teşviklerin üniversiteler üzerinden verilmesi, ve özgür düşünce ortamının sağlanması sayılabilir. Son olarak da, şu anda yurt dışında birçok alanda önemli işlere imza azan değerlerinden, Türkiye’nin nasıl faydalanabileceğinin planlaması yapılmalıdır. Ancak bu şekilde beyin göçünü beyin gücüne çevirebiliriz.

Popular Articles

Latest Articles