D­i­c­l­e­ ­D­o­ğ­a­n­:­ ­K­a­z­ ­D­a­ğ­l­a­r­ı­ ­n­e­ ­s­e­n­i­n­ ­n­e­ ­b­e­n­i­m­;­ ­b­u­r­a­s­ı­ ­h­a­y­v­a­n­l­a­r­ı­n­,­ ­d­o­ğ­a­n­ı­n­ ­v­e­ ­ç­o­c­u­k­l­a­r­ı­n­!­

D­i­c­l­e­ ­D­o­ğ­a­n­:­ ­K­a­z­ ­D­a­ğ­l­a­r­ı­ ­n­e­ ­s­e­n­i­n­ ­n­e­ ­b­e­n­i­m­;­ ­b­u­r­a­s­ı­ ­h­a­y­v­a­n­l­a­r­ı­n­,­ ­d­o­ğ­a­n­ı­n­ ­v­e­ ­ç­o­c­u­k­l­a­r­ı­n­!­

Kaz Dağları'nda günlerdir devam eden 'Su ve Vicdan Nöbeti'nin ilk günlerinden beri orada bulunanlardan biri de 31 yaşındaki Dicle Doğan...

2015 yılından beri ülkeler arası yürüyerek dünyayı dolaşan bağımsız bir performans sanatçısı olan Doğan, konunun sosyal medya sayesinde daha geniş kitlelerce duyulmasına büyük katkı sağladı ve Instagram hesabından bölgedeki tüm gelişmeleri sürekli paylaşmaya devam ediyor.

"Benim tek derdim doğa ve onu korumak, bu konuda da insanlara farkındalık kazandırmaya çalışıyorum." diyen Dicle, Sözcü'den Gökçe Günaç'ın sorularını yanıtladı:

Buradaki nöbetten nasıl haberin oldu ve ne zaman gelmeye karar verdin?

Burayı tabii ki yıllardır duyuyor ve biliyorum, zamanında bir sürü imza kampanyalarıyla da desteklemiştim ancak durumun bu kadar genişleyip büyüdüğünü son zamanlarda takip etme şansım oldu. Son yürüyüşümden döndüğümde de bir arkadaşım burada bir nöbetin başladığını söyledi. Duyduğumuzda ilk günüydü, ben de dördüncü günde buraya gelmiş oldum. Bunun mücadelesinin uzun yıllardır verildiğini biliyordum ama burada da öğrendiğim kadarıyla çok yakın zamanda bir anda kesim yapılmış. Yani ara ara yapılıyormuş ama son zamanlarda süreç çok hızlı ilerlemiş.

O yüzden zaten ‘bunca zamandır neredeydiniz’ sorusunun karşılığını bulamıyorum. Bir şekilde duyulmamış, hatta ‘böyle bir şeyden hiç haberimiz yoktu’ diyen yüzlerce mesaj aldım. Evet ne üzücü bize ki bunca zamandır bir yerlerdeymişiz ama şimdi buradayız. Dünyayı yürürken de bunu söylüyordum; bu kıyımlardan, doğaya zararlardan hepimiz öyle ya da böyle sorumluyuz, bunu bu nöbetin içinde bir insan olarak söylemiyorum sadece. Zaten konu ‘biz buradayız sen neredesin’ değil aslında.

Hiç birimiz yoktuk, şimdi hep birlikte burada olmalıyız. Ben yürüyüşlerimde de doğaya ne kadar ait olduğumuzu ve doğayla uyumlu nasıl yaşanabileceğini sosyal medya hesabımla elimden geldiğince paylaşmaya çalışıyorum. Benim niyetim bir sanatçı olarak basit, sıradan ve hiç bir sloganı temsil etmeyen bir  insan olmak aslında. Sadece doğanın farkında, bir hayvan gibi bazen görünür, bazen görünmez olmak ve zararsız bir şekilde yaşamaya çalışmak. Buraya geliş amacım da böyle ortaya çıktı çünkü kendimi sorumlu hissediyor ve vicdan azabı duyuyorum.

İlk geldiğinde neyle karşılaştın ve burada günlerini nasıl geçiriyorsun?

Biz buraya iki kadın geldik ve hiç bir şekilde ne olduğunu, hatta gerçekten böyle bir nöbet olup olmadığını bile bilmiyorduk. Geldiğimizde burada neredeyse hiç kimse yoktu, belediyeden insanlar vardı ama halk yoktu.

Biz de tedirgin olup en orta, en güneşli alana çadırımızı kurduk, hatta ilk gelen olup en güneşli alanda kalmamız da komik oldu ama en orta yerde kalıp en son varan olmuşcasına alanda bulunmak benim için çok anlamlı. Çünkü benim amacım hiç bir şeyin kahramanı olmak ya da önderliğini yapmak değil, tam tersi etrafımızı çoğaltmaktı.

HEDEFİMİZ TÜN DÜNYADAKİ AKTİVİSTLERE ULAŞMAK

Her gün kendi hesabından onlarca paylaşım yapıyor ve en güncel bilgileri duyuruyorsun. Ne kadar işe yarıyor bu?

Günümüzde sosyal medyanın gücünü hepimiz biliyoruz, ben de bunu kuvvetlendirmeye ve daha fazla insanı getirmeye çalışıyorum.

Etkili de olduğunu gördüm, destekleyen herkese de teşekkür ediyorum çünkü çok acayip bir şey oldu, yazılarım İngilizce’ye çevrilmeye başlandı ve paylaşımlarım çok fazla kitleye ulaşıyor. Buraya bunun sayesinde gelen çok fazla insan oldu. Burada da afişler hazırlanıp asılıyor, provokasyona engel olmak için bir sürü şey yapılıyor, ırkçı ve nefret söylemlerinin engellenmesi, şiddeti değil sevgiyi desteklemek için olabildiğince çağrılar yapıyoruz. Düzenli olarak forumlar yapıp daha fazla ne kadar duyurabileceğimiz üzerine çalışıyoruz.

İnanılmaz bir zincir oluşturduk, şimdi Kanada’ya ulaşmak ve oradaki aktivistleri harekete geçirip, tüm dünyadaki doğa aktivistlerine buranın sesini duyurmak hedefimiz. O yüzden İngilizce, Almanca, Fransızca metinler hazırlıyoruz, grafik tasarımcı arkadaşlarımız farklı görsellerle burayı duyurmaya başladı, günümüzün görsel dünyasında burayı daha da görünür kılmak çok anlamlı, bakalım umarım başarabiliriz.

Burada kamp kurarak nöbet tutuyorsunuz, bazı insanlar tatil gibi zaman geçiriyorlar diye eleştirilerde de bulunuyor… 

Ben kendi adıma hiç piknik tadında değilim. Gerçekten çok yorgunum, 2 saat uykuyla duruyor ve tek öğün yemek yiyebiliyorum. O yüzden aslında herkes bireysel olarak mücadelesini sürdürürse burası görünür olacak.

Gençler gelip bize görev verin diyorlar, hayır sen görev alacaksın, sen görüp farkedeceksin ne yapılması gerektiğini. Mesela köylere gidilebilir çünkü hala Çanakkale’de yerel halkın haberi yok.

Burada bir çok arkadaş İstanbul’dan katılım sağlıyor. Çanakkaleli’yi, köylüyü buraya getirmemiz lazım, gençlere de onu söylüyoruz. Gidin köylülere anlatın, köyün içinde eylem yapın. Protestoyu duyurun çünkü ne oluyor diyecekler ve o zaman anlatmaya başlayacaksın buradaki katliamı.

Bilmeyen çok fazla insan var. Ya da işte 3-5 ağaç kesildi amma abarttınız diyenler var, onlara da anlatacaksın siyanür karıştığında zehirlendiğini, ileride çocuklarının, tarlalarının, büyük baş hayvanlarının bundan çok etkilenebileceğini. Bilinçlendirip anlatırsak ve herkes ne yapabileceğine dair kafa patlatırsa herkes bu nöbetin devamlılığını sağlayacaktır diye düşünüyorum.

Pazartesi günü şantiyede yapılan eylem için içeri giriş izni verilmişti. Bunu da yetersiz bulan ve daha rahatsız edici eylemler yapılması lazım diyenler var…

İnsanlar hala pasif savunmanın ne kadar etili olabileceğinin farkında değil. Bizim amacımız birilerinin burnunu kanatmak ya da güvenlik görevlilerini tahrik etmek değil. Zaten hiç birimiz gerçekten onuru sorgulayabilecek kadar onurlu yaşamıyoruz diye düşünüyorum. Hepimizin telefonları, altın takıları, bilgisayarları vs var. Aslında her birimiz bu kıyımdan sorumluyuz ve hiç birimiz bunun farkında değiliz.

Şu algı da çok yanlış, e biz burda nöbetteyiz siz suçlusunuz, hayır hepimiz suçluyuz. Elimizi vicdanımıza koyup biz gerçekten bugüne kadar neredeydik sorusunu, burada olan insanlar da kendine sormalı. Pazartesi günü hiç kimsenin burnu kanamadan barışçıl bir şekilde alandan çıkıldı. Medyada çevreci ya da vicdan sahibi insanlar olarak duyurulmak da bir başkaldırıydı. Çünkü bu başka bir yere çekilip provokeyle talan etmeye, şiddete de dönebilirdi.

O gün alana girildiğinde ilk defa 10 bin kişi o görüntüyü canlı gördü. Ben oraya ilk gittiğimde bütün gün ağladım ve çok değişik bir histi benim için, bir tane böcek bile yok orada. Hiç bir yaşam nefesi yok, rüzgar bile yok, zombi şehrine dönmüş gibi. Yarın 20 bin, öbür gün 30 bin kişi orayı canlı görecek ve oradaki o yaşamsızlığı görmek bile bir şeye sebep olacak. Zaten orada büyük bir şiddet var.

Biz oraya fidanlarımızla gitmeliyiz, orayı ancak yeni bir yaşam kazandırarak kurtarabiliriz. Binlerce mesaj aldım ve sevgiyi anlatmaya çalışmam insanlarda çok etkili oldu bence; hiç bir zaman şiddeti, ötekileştirmeyi savunmadım, her zaman sevginle, sanatınla, masumiyetinle, farkındalığınla, kendi suçluluk duygunla gel buraya dedim ve bunun ne kadar etkili olabileceğini gördüm. Hayatımda ilk defa aslında sözün gücünün bu kadar etkili olabileceğini farkettim, sevgiyi konuşmak da işliyormuş şiddetten öteye. Zaten bizi bu hale getiren şey şiddet, biz insanları şiddete değil farkındalığa davet etmeliyiz.

Buraya gelen insanlarının yaş ortalamasının epey yüksek olduğunu ve çocuklu ailelerin de burada olduğunu gördüm.

Evet ben de ilk geldiğimde yaş konusuna çok şaşırdım, 50-60 yaşında buraya gelip uzun süre çadırda kalan insanlar var. Çocuklu ailelerin olmasından da çok mutluyum. Çocukların hiç şiddet görmeden de aslında doğayı savunabilecekleri, ağaçlara sarılabilecekleri ve bu kadar kalabalıkta hala o sakinlikle bunun yapılabileceğini görmesi çok önemliydi.

Çocuklar da sesini duyurmalı ve her zaman onların geleceği için bir şeyler yapmalıyız. Bir Zen ustasının da söylediği gibi, torunlarımıza aktaracak bir sözümüz ve mesajımız olmalı çünkü bu dünya hepimizin. Evcil hayvanlarıyla ve çocuklarıyla gelenler buradaki dengeyi çok güzel tutuyor.

Kaz Dağları’ndaki nöbeti Gezi direnişine benzetenler var, sen nasıl hissediyorsun?

Gezi ayrı bir olaydı, burası ayrı bir olay ve ikisinin birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Oranın ruhu buraya taşındı diyenler var evet ama bu doğru değil, buranın başka bir ruhu var.

Buranın başka bir söylemi var, oranın başka bir söylemi vardı. Oradaki ruhu buraya taşıyamayız çünkü burası Kaz Dağları’nın ruhu. Beyoğlu, her gün binlerce insanın gelip geçtiği, pek çok farklı kültürün bir arada olduğu bir bölge. Biz Kaz Dağları’nın ruhunu yaşatmak için buradayız.

Şu an Türkiye’nin bir sürü yerinde kıyım var. Bir sürü yer varken niye Kaz Dağları diye soranlar da var. Bu bir uyanış benim için, burayı savunurken diğer yerleri de söylemek gerekiyor. Belki 10 bin buraya, 20 bin oraya, 5 bin başka yere gitmek için bir şeyler yapmalı ve duyurabilen herkes oralar için de çabalamalı ki ‘uyanışa ortak ol’ dediğimiz çağrının bir amacı olabilsin. Elbette mesele sadece Kaz Dağları değil, Salda da bir mesele, Hasankeyf de öyle. Aslında bizim tarihimiz, kültürümüz, doğamız, hayvanlarımız ve çocuklarımız mesele.

Popular Articles

Latest Articles