H­a­s­u­t­ ­n­e­d­i­r­

H­a­s­u­t­ ­n­e­d­i­r­

Hasut, Arapça kökenli bir kelime. Kıskançlık anlamına gelen ‘haset’ kelimesinden türemiş ve ‘kıskançlık huyuna sahip kimse’ anlamına geliyor. Ama bu kelime bakın başka hangi kelimelere dokunuyor…

Kelimelerin büyüsüne inanır mısınız? Ben, özellikle bir kelimenin başka bir dilde başka bir kelime ile buluşmasına hayranlık duymadan edemiyorum. Hasut kelimesi üzerine yazmak istedim ve Arapça kökeninde başladığım yolculuğun sonun Fransızcaya vardı…

‘Haset’ kelimesini bilir ve günlük yaşamımızda da sık sık kullanırız. En kaba tabiriyle kıskançlık demek; ama aslında doğru anlamalı. Bu sıradan bir kıskançlık değil. Sende olmayıp başkasında olanı tarifsiz bir delilikle istersen, haset etmiş oluyorsun. Yani bir yerden sonra insan kendinden iyice uzaklaşıyor, kopuyor, başkası olamadıkça belki de kalbi kararmaya başlıyor, kendini gün be gün zehirliyor, ne fena… İşte eğer böyle birisine dönüşen insana, ‘hasut’ deniyor…

Ve bundan sonrasında yol başka sözcüklere, hikâyelere açılıyor. Paylaşacağım; ama öncesinde sormak istiyorum:

Siz bu konunda ne düşünüyorsunuz?

Sizce bir küçük çocukken tüm olumsuz duygulardan habersizken, nasıl bir hasut oluveriyoruz?

Hasut nedir?

Önce elimizdeki yolun hep vardığı o sözcüğe bakalım: Kıskançlık! Arapça kökenli bu sözcük, Aramice (Süryanice) ‘doldurma’ kökünden türemiş. Türkçede bakarsak, kelime kökü ‘kısmak’. Yani bir şeyin miktarını azaltmak, gücünü kesmek… Kıskanç ise, Türkçede, ‘cimri’ anlamından yola çıkarak anlamlar kazanıyor. Cimri olan kimse, paylaşmaktan kaçınır, elindekini sadece kendine saklar. Kıskançlığın ilk adımıdır belki de.

Bir de eskiden kıskançlık sözcüğünü karşılamak için ‘gayret’ sözcüğü kullanılırmış. Bugün Türkçede, ‘bir şeyi elde etmek için çabalamak’ anlamında kullanılan bu sözcük, kıskanmak anlamında da kullanılıyormuş.

Hemen akabinde bir başka sözcük daha var yol üzerinde, ondan bahsetmeden olmaz: Gıpta! Bu sözcük, Arapçada, ‘kıskanma’ sözcüğünün mastarı. Arapçada ‘gbt’ kökünden gelen bu sözcük, aynı zamanda ‘haset etmek, kıskançlık’ sözcüğünden alıntı. Ancak bir yandan da günümüz kullanımına bakarsak, gıpta sözcüğü daha yumuşatılmış bir kıskançlığı tarif ediyor gibi…

Bir başka sözcük de yine Arapça kökenli, nefis! Arapçada ‘nfs’ kökeninden gelen ‘nafis’, ‘değerli, arzu edilen’ sözcüklerinden alıntılanmış ve ‘nafusa’ da yine Arapçada, ‘arzu etme, kıskanma, iştah duyma’ fiillerinin sıfatı…

Hasut nedir?

Ve gelelim yolun kesiştiği en ilginç sözcük: Jaluzi! Dilimize Fransızcadan geçen ‘jaluzi’ sözcüğünün Türkçedeki sözlük anlamı şu: “Şerit biçiminde madeni veya plastik ince uzun levhalardan yapılmış, indirilip kaldırılarak açılıp kapanan bir nebi panjur.” Bu kendi dilinde sözcüğün ikinci anlamı.

Oysa dilimize Fransızca ‘jalouise’ sözcüğünden geçen bu sözcüğün kendi dilindeki ilk anlamı ‘kıskançlık’. Fransızca ‘jaloux’ yani ‘kıskanç’ sözcüğünden türetilmiş.

Aslında bakılırsa iki anlam arasında da bir bağ kurmak mümkün gibi. Bu konuda ne düşünürsünüz?

Aslında şöyle bir toparlama yaparsak;

Kıskançlık: Bende var; ama onda olmasın!

Haset: Benim yoksa onun da olmasın!

Gıpta: Onda varsa bende de olsun!

Anlamlarına geliyor. Yani aslında hem tam anlamıyla aynı niyeti karşılamıyorlar, hem yolları da bir yerde kesişiyor…

Hasut nedir?

Bir gün bir padişah, iki köle satın almıştı. Onları tanımak için bir yol izlemeye karar verdi. Önce ilk köleyi çağırdı, sohbet ettiler. Köle, padişahın sorduğu sorulara öyle cevaplar veriyordu ki, padişah, onun anlayışlı, zeki ve tatlı dilli yanına hayran olmuştu.

Sonra padişah, ikinci köleyi çağırdı. Karşısındaki adamın, belli ki bir rahatsızlıktan, ağzı kokuyordu. Padişah, kölenin dış görünümünden hoşlanmadıysa da, onun vasıflarını, kalbini öğrenmek için sohbet etmek istedi:

“Bu kılıkla, bu rahatsız ağızla uzakta dur, fakat pek de uzağa git­me. Önce ağzının derdine bir şifâ bulalım; sen sevimli bir kişisin, biz de hünerli bir hekîmiz. Seni hor görmek ve göz­den düşürmek bize yakışmaz. Şöyle otur, bir iki hikâye söyle de aklının derecesini anlayayım.” dedi ve ilk köleyi de yıkanması için hamama gönderdi.

Padişah ilk iş köleyi denemek için şunları söyledi:

“Senden önce sohbet ettiğim arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi. Görüyorum ki, sen onun söylediği gibi değilsin. O hasetçi, neredeyse bizi sen­den soğutuyordu. Arkadaşın senin hakkında, ‘O hırsızdır, doğru adam değildir, kötülerle düşer kalkar, iffetsizdir.’ dedi. Sen onun hakkında ne dersin?”

Kölenin cevabı şöyleydi:

“İyi düşünen, doğru söyleyen o arkadaşa, eğri diyemem. Bilakis onun söz­leri sebebiyle, kendimde böyle kusurların olabileceğini düşünüp hâlimi ıslâha çalışırım. Padişahım! Belki de o, bende birçok ayıplar görmüştür ki, ben o ayıpların farkında bile değilim.”

Ve aralarındaki sohbet şöyle devam etti:

Padişah: “O senin kusurlarını anlattığı gibi, şimdi sen de onun kusur­larını anlat.”

Köle: Padişahım! O benim gerçekten hoş bir arkadaşım olmakla beraber kusurlarını söylememe benim gönül dünyam mânîdir. Onun için, ancak ben şunları söyleyebilirim ki; Onun kusûru, bence kusur değil, fazîlettir. O, sevgi, vefâ ve insanlık numûnesidir. Onun hâli; doğruluktur, zekâdır, dostluktur. Onun bir sıfatı da; cömertliktir, düşkünlere yardımda bulunuştur. O öyle cömerttir ki, gerekirse canını bile verir. Kader arkadaşımın bir vasfı da, kendini beğenen bir kişi olmamasıdır. O herkesle iyidir, fakat kendi nefsine karşı kötüdür.”

Padişah: “Arkadaşını methetmede pek ileri gitme, onu överken de kendini övmeye kalkışma. Çünkü ben, onu imtihana çekerim de, sonra sen utanırsın.”

Köle: “Hayır! Onu övmekte ileri gitmedim. O dostumun bütün huyları, söylediklerimden kat kat daha fazladır. Kader arkadaşımın vasıfları hakkında, bildiklerimi söyledim. Fakat ey kerem sâhibi padişahım! Söylediklerime sen inanmıyorsun, ben ne yapa­yım? İç dünyam, benim böyle söylememi îcâb ettiriyor.”

Daha sonra diğer köle hamamdan döndü. Padişah, arkadaşının söyledikleri karşısında kölenin tepkisini merak ediyordu ve ona şunları söyledi:

“Sıhhatler olsun; eksilmeyen nîmetlere erişesin. Fakat arkadaşının söylediği kötü huylar sende olmasaydı ne güzel olurdu? O zaman güzel yüzünü gören sevinir, neşelenirdi. Seni görmek, bütün dünya mülküne değerdi.”

Hasut nedir?

Kölenin ilk tepkisi şuydu:

“Padişahım! O densizin benim hakkımda anlattıklarından birazcığını lütfen söyle!”

Padişah artık durumu sezmişti; ancak yine de tepkisini tam anlamıyla görmek istiyordu:

“O, önce senin ikiyüzlülüğünü anlattı. Senin görünüşte devâ, hakîkatte belâ olduğundan bahsetti.”

Köle, arkadaşının kendisi hakkında söylediğine inandığı şeyleri düşündükçe öfkeden köpürdükçe köpürdü ve:

“O önceden bana dost idi, fakat ağzı bozuktu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi, pek çok zaman pislik yerdi.” dedi.

Padişah, içindeki çirkinlikleri artık saklayamayan bu adama karşı, elini onun ağzına götürdü ve şunları söyledi:

“Bu imtihan sayesinde, ikinizin arasındaki farkı görmüş oldum. Onun, sadece maddî bir rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyor. Fakat senin ise rûhun kokmuş! Ey rûhu kokmuş kişi, sen uzakta dur. Arkadaşın sana âmir olacak, sen de onun emrinde bulunacaksın. Ondan edeb, insanlık ve konuşmayı öğren! Onun fazîletinden ibret al. Hasedi terk et. Sen bu hased ile beline taş bağlanmış bir zavallı kişisin; bu taşla ne yüzebilir ne de yürüyebilirsin.”

(NOT: Hikâyenin kaynağı, Osman Nuri Topbaş, ‘Âb-ı Hayat Katreleri’ eseridir.)

*

*

Instagram: biyografivekitap

Hasut nedir? Hasut nedir? Hasut nedir?

Popular Articles

Latest Articles