Y­a­p­a­y­ ­z­e­k­â­n­ı­n­ ­i­n­s­a­n­d­a­n­ ­n­e­ ­f­a­r­k­ı­ ­v­a­r­?­

Y­a­p­a­y­ ­z­e­k­â­n­ı­n­ ­i­n­s­a­n­d­a­n­ ­n­e­ ­f­a­r­k­ı­ ­v­a­r­?­
Yapay zekânın insandan ne farkı var?
Cem Eroğlu
Adform Türkiye & MEA & Orta Asya Ülke Müdürü

Son köşe yazımdan bu yana uzun bir zaman geçti; en azından benim için… Bu süre zarfında üretken yapay zekâların internetine birçok defa adım attık. Belki de, yeniden içerik oluşturmamı, üreticinin bizler değil makinelerin olduğunun tedirginliği engelledi. Hatta bir süre için zihin tembelliğine girdiğimi söyleyebilirim; bağımsız ve gönlümden çıkan düşüncelere yer veremedim.

İçinde bulunduğum yapay zekâ tabanlı reklam teknolojileri zinciri bir anda gölgemden çıktı ve beni gölgesinde bıraktı. Bir süre hür düşünemedim ve esaretimin bedelini ödedim. Şimdi ise cesaretimin vergisini ödeme vakti geldi. Düşünüyorum! Öyleyse varım!

Sevgili Marketing Türkiye okuyucuları,

Teknoloji ve pazarlamaya olan ilginizden dolayı bir genelleme yapmak istiyorum. Birçoğumuz, daha önce artırılmış gerçekliği deneyimledik, arama motorunda kaybolmaktansa cevapları yapay zekâda aradık, içerik üretme hızımızı artırmak için yapay zekâdan destek aldık, otomasyon teknolojilerini kullanarak verimli, faydalı ve katma değerli servisleri yönetmeye çalıştık ve bunları yapmaya devam ediyoruz.

Konuya geçmeden önce sizden bir isteğim var; en heyecanlandığınız anıyı hatırlayın ve üzerinde düşünün. Zira benim yaşadığım en gerçekçi deneyimlerden biri, yükseklik korkum ile algı problemlerimin kesiştiği hızlı tren deneyimim oldu. Evde sandalyeye oturup, kendimden emin bir şekilde sanal gerçeklik gözlüğümü taktım ve normalde hiç deneyimlemediğim bir hızlı tren ve yükseklik duygusunu evimde yaşadım. Ancak gözlüğü çıkarmaya çalışırken bir dakika geçmeden kendimi yerde buldum. Bu gerçeklik dışı deneyim, beni kendi içinde bir gerçekliğe çekerek hakimiyeti altına aldı. O anda gerçek olan ben miydim, yoksa 3 boyutlu “sanal” gerçeklik miydi? Bu basit örnekle, sizlere farklı deneyimlerinizi düşündürmeyi sağlayabildiğimi umuyorum.

Rene Descartes felsefesindeki ilk ilke olan temel kavram, duyuların aslında yanıltıcı olabileceğini ve bilginin kaynağının dışında olduğunu varsayar. Bunu, size çok gerçekçi gelen ve uyandığınızda bile etkisinden çıkamadığınız bir rüya örneğiyle destekleyebilirim. Descartes felsefesinde, duyularımızın büyük ölçüde yanıltıcı olabileceği ve anlık olarak beynimizi uyaran duyuların bizi yanlış yola itebileceği veya doğrudan sapmamıza neden olabileceğine dair bir ilke bulunuyor. Bu nedenle Descartes, ilk olarak kendimizden başlamamız gerektiğini ve asıl varoluş nedenimizin varlığımızın çıktısı değil düşünme yeteneğimiz olduğunu vurgular.

Bu, rasyonalizmin oldukça temel bir tanımıdır. Yanılgıları ayırt etmek ve en agnostik noktaları bile düşüncelerin süzgecinden geçirmek buradaki temel amaçtır. Descartes’ın belirttiği kurallar çerçevesinde hiçbir şeyin gözden kaçmadığından emin olmak için duyularımızdan arınmalı, düşünceleri basitten karmaşığa doğru sıralamalı ve sürekli kontrol ederek düşünceyi merkeziyetten uzaklaştırmamalıyız. Bu ilkenin ileri çalışmalarında, zihnimizi serbest bırakıp tüm duygu ve hislerden ödün vererek düşünceyle nasıl görebileceğimiz ve hissedebileceğimiz de felsefi tartışmaların parçası olmuştur.

Descartes’ın kavramını sizlerin yorumuna bırakarak yazıma devam etmek istiyorum. Yakın zamanda, “Bizi insan yapan şey nedir?” sorusunu ele alan “The AI Effect” adlı akademik bir araştırmada, insanları ayıran özellikler bölümünde unutmamamız gereken değerlerle karşılaştım. Ahlaklı olmak, kültürlü olmak, mizah anlayışına sahip olmak, maneviyatı önemsemek, mutluluk ve aşk gibi duyguları hissetmek, tutkulara sahip olmak…

Öte yandan, karşımızdaki yapay olan zekada ise hesap yapabilme, dil kullanma, iletişim ve mantık yürütme, tahminde bulunma gibi mekanik duygular söz konusu. Bu özellikler bakımından, bizi yapay zekadan ayıran çizgi çok belirgin ve yıkılmaz görünüyor, değil mi? Elbette, bu değerleri sahiplenmeye ve güçlendirmeye devam ettiğimiz seviyede olacağız.

Şimdi bu felsefi ve akademik sonuçlar üzerinden kendimize bir göz atalım. O esnada hızlı trende olan ben miydim? Hazırladığım sunum şablonu ve içeriği yazan ben miydim? Benim adıma düşünmeye izin verdiğim mekanizmada üst aklı sahiplenen ben miydim, yoksa karşı taraf mıydı? Umarım günü geldiğinde, arşivler yeniden incelendiğinde, bu yazıyı okuyan ve içselleştiren üst akıl, bizi “insan” yapan değerleri sahiplenmiş ve kaybetmemiş olan çocuklarımız ve torunlarımız olur.

Cem Eroğlu yazdı: “Yeni dönemde markaların evrimi”

Popular Articles

Latest Articles