J­a­n­e­ ­S­c­h­o­e­n­b­r­u­n­ ­T­e­l­e­v­i­z­y­o­n­u­n­u­z­u­ ­P­a­t­l­a­t­m­a­k­ ­İ­s­t­i­y­o­r­

J­a­n­e­ ­S­c­h­o­e­n­b­r­u­n­ ­T­e­l­e­v­i­z­y­o­n­u­n­u­z­u­ ­P­a­t­l­a­t­m­a­k­ ­İ­s­t­i­y­o­r­

Jason Parham: İnsanlar neden kimlik bulmak için televizyona bakıyor?

Jane Schoenbrun: Kültürel olarak geniş anlamda, belki biraz karanlık nedenlerden dolayı kimlik için medyaya bakıyoruz. Bunun büyük bir kısmı kapitalizmle ve kendimizi özdeşleştirdiğimiz şeylerin, uyum sağladığımız markaların, tükettiğimiz şeyler aracılığıyla kendimiz için yarattığımız kimliklerin kim olduğumuzun bize söylenme biçimiyle ilgilidir. Özellikle son birkaç on yılda, sadece antropolojik bir bakış açısıyla bakıldığında, bir benlik duygusu yaratmak için medyaya olan bağımlılığımız oldukça korkutucu bir kapitalist biçimde arttı.

Televizyon ve sinemanın yanı sıra dijital medyanın da yükselişinin bunda büyük payı vardı.

Ama aynı zamanda özellikle televizyonun, filmin aksine, sürekli bir özdeşleşme duygusuna izin veren bir araç olduğunu düşünüyorum ki bunun özellikle çekici olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle benim büyümem içindi. Sadece 90 dakika giriş ve çıkış değildi ve sonra işiniz bitti. Sadece değildi. Gerçek hayattan bu dünyaya doğru bu kısa yoldan gitmeme izin verin. Hiçbir zaman bitmesi gerekmeyen bir alanda olmanın vaadiydi bu, ya da bitmesi gerekse bile bundan yıllar sonra olacaktı. Kesinlikle gençliğimin TV şovları için—Buffy ya da X Dosyaları ya da İkiz tepeler bunu o kadar çok sevdim ki yayınlanırken, gerçek hayatımda yaparken kendimi rahat hissetmediğim bir şekilde sevgiyi ortaya koyabileceğim bir alan oldular.

Bu parasosyal bir ilişki.

Yani, sanki o dizilerden birindeki karakterlere ve onların nasıl değişeceğine sanki kendi ailemmiş gibi derinden önem vermek ya da bir karakter öldürüldükten sonra yas tutmak gibi. Gerçekten derin ve devam eden bir ilişki haline geldi. Bu, televizyon ortamının yardımcı olmak için kurulduğu bir şeydir.

Tamamen.

Ayrıca, fikri mülkiyete ve “sinematik evrene” yönelik kültürel hareketimizde artık görebildiğimiz bir şey var. Bu fikir, hiçbir şeyin sona ermesi gerekmiyor ve her Marvel filmi bir sonrakini hazırlamakla ilgili. Bunda benim için çok uğursuz ve çocuklaştırıcı bir şey var; bu gerçek dışı tema parklarında yaşamak istememiz, çoğumuzun dünyaya ne kadar yabancılaştığıyla kültürel olarak çok ilgili.

Owen'ın da bir anlamda istediği bu değil miydi: Gerçekdışı bir tema parkında yaşamak?

Kesinlikle.

Benim için ana temalardan biri Televizyonun Parladığını Gördüm takıntıdır. Sağlıklı takıntı ile sağlıksız takıntı arasındaki çizgi nerede?

Bunu mutlaka sağlıksız-sağlıklı bir ikiliye koyacağımı bilmiyorum. Fazla ahlakçı olma dürtüsüne direnmek istiyorum.

TAMAM. Bunu nasıl söylersin?

Film büyük ölçüde kendi otobiyografimden alınmıştır ve özellikle film, cinsiyet geçişimin ilk aşamalarının ardından, boşa harcanan gençliğime bakarken, bir ekrana bakarken ya da yapamadığım gerçeğiyle başa çıktığımda yazılmıştır. Ekrana bakarak gerçek dünyada kendim olamıyorum. Yani fandom'a parmağımı sallamaya çalışan ya da medya tüketiminin tehlikeleri hakkında laf atmaya çalışan ben değilim. Bundan daha kişisel.

Nasıl yani?

Bu, yaşlandıkça bana hiçbir şekilde hizmet etmeyen bu şeyle ilgili çünkü bu bir başa çıkma mekanizması ve bastırdığım kısımlarımdan saklanmanın bir yoluydu. Bastırıyordum çünkü onları bastırmamak güvenli değildi. Kurgunun içinde saklanabilmeyi ve ilk yıllarımda kurguya tutunmanın nasıl bir merhem olduğunu anlatan bir film. Ancak yetişkinlik yıllarım uzadıkça bu baskı artmaya başladı.

Kaynak bağlantısı

Popular Articles

Latest Articles