O­ ­k­o­l­t­u­ğ­a­ ­h­a­n­g­i­m­i­z­ ­o­t­u­r­a­c­a­ğ­ı­z­?­ ­

O­ ­k­o­l­t­u­ğ­a­ ­h­a­n­g­i­m­i­z­ ­o­t­u­r­a­c­a­ğ­ı­z­?­ ­

Büyük şehirlerde toplu taşıma kullanmanın ne kadar zorlayıcı olabileceğini hepimiz biliyoruz. Engelli, yaşlı veya bir sağlık sorunu olan arkadaşlarımız için bu daha da büyük bir mücadele haline geliyor. Bu yüzden geçen gün 9 arkadaşımla bir araya geldik ve büyük şehirlerdeki ulaşım sorunuyla ilgili bir atölye düzenledik. Önce ışıkları kapatıp görme engellileri düşünerek karanlıkta bir araç tasarlamaya çalıştık. Zaten görmediğim için benim durumum değişmedi. Yaşanabilecek anlık fiziksel ve ruhsal durumları değerlendirdik. Bulmaca büyüdükçe büyüdü. 9 kişiden en az 90 fikir çıktı. Düşünürken ben değil, biz olmaya çalıştık ama başarabildik mi bilmiyorum.

Toplu taşıma aracına bindiğimizde aldığımız bilet ne anlama geliyor? Mesela karşılığında bize ne kadar alan kalıyor? Herkese bir koltuk düşmesi imkânsız, bunu biliyoruz. Oysa iki saatlik, şehirlerarası yolculuk yaparken aslında bir koltuk satın alıyoruz. Trafikte evden işe giderken de birçoğumuz yaklaşık iki saat harcıyoruz ama bir koltuk satın alma ihtimalimiz yok. 9 kişiyiz ve bir koltuk var, hangimiz oraya oturacağız? Ben çok yorgunum, sen görmüyorsun. Hamilesi, yaşlısı, hastası... Tartıştık ve kimin o koltuğa daha çok ihtiyacı olabileceğine karar veremedik. Sesli düşündük, bulduğumuz her yöntemden rahatsız olduk. 

Ayakta yolcu almayı yasaklayan bir kurum var ama kendi araçlarında böyle bir yasak uygulamıyor. Diğer toplu taşıma aracının yönetiminden sorumlu olan kişiyse bundan şikâyet ediyor çünkü yaptığı işten para kazanmak istiyor. “Arkaya doğru ilerleyelim” diyor şoför. İlerlemekse pek mümkün değil. İşte olduğumuz yerde şöyle bir kıpırdanıyoruz. Birileri biraz daha fazla sıkışıyor. Sonra bir isyan başlıyor tabii ve kapılar kapanıyor. Günün sonunda, bütün bu çıkmazın içinde, mucizevi bir şekilde eve ya da işe gitmeyi başarıyoruz.

Toplu yaşadığımız alanlarda duralım, bakalım, dinleyelim ve öyle geçelim. Böylece belki ‘biz’ olabiliriz.

Yaptığımız toplantı sonucunda ışıkları yakınca arkadaşlarımın ışığa tekrar alışması için bir süre gerekti. Bu arada ben sustum çünkü yaptığımız bu atölye sonucunda benim için her şey aynıydı. Hatta bana göre biz hâlâ aynı araçtayız, iki ayağımızın sığacağı kadar, minicik bir yerde duruyoruz. Eğer şu an iki ayağımızın kapladığı yer bize yetiyorsa sorunu çözdük demektir, değil mi? Zaten bir karar vermek gerektiğinde o karar başkasını da ilgilendiriyorsa işin içinden çıkamıyoruz.

Her gün, her saat benzer durumlar yaşansa da standart bir davranış biçimi veya yazılı bir kural yok. Herkesin beklentisi, kendi yaşadığı çevreyle başlıyor ve değişkenlik gösteriyor. O gün, koltuğa kimin oturacağına belli ki olay anında karar vereceğiz. Mümkün olan en insancıl halimizle tabii. Hepimizin aynı anda memnun olmasına zaten imkân yok.

Tren yollarının hemzemin geçit (tren gelirken geçişi kapatan bariyer) diye adlandırılan kısımlarına denk geldiyseniz sürücüler için koyulan bir uyarı levhası dikkatinizi çekmiştir. Üzerinde “Dur, bak, dinle, geç” yazıyor. Bence mükemmel bir dörtleme bu. Karşılaştığımız durumları anlık olarak değerlendirmek için ben bu kurala uyalım derim. Yani toplu yaşadığımız alanlarda duralım, bakalım, dinleyelim ve öyle geçelim. Böylece birlikte hareket edebiliriz, mümkün olduğu kadar ‘biz’ olabiliriz. Otobüsteki o koltuğa oturmayı bir kazanç olarak görmekten de belki vazgeçeriz. Sabah işe, akşam sevdiğimize kavuşmak için birlikte, huzur içinde yolculuk yapabiliriz.

 

Popular Articles

Latest Articles