R­ı­f­a­t­ ­K­a­m­a­ş­a­k­ ­Y­a­z­i­o­:­ ­Z­i­h­i­n­s­e­l­ ­v­e­ ­D­ü­ş­ü­n­s­e­l­ ­B­i­r­ ­D­e­p­r­e­m­e­ ­İ­h­t­i­y­a­c­ı­m­ı­z­ ­V­a­r­!­

R­ı­f­a­t­ ­K­a­m­a­ş­a­k­ ­Y­a­z­i­o­:­ ­Z­i­h­i­n­s­e­l­ ­v­e­ ­D­ü­ş­ü­n­s­e­l­ ­B­i­r­ ­D­e­p­r­e­m­e­ ­İ­h­t­i­y­a­c­ı­m­ı­z­ ­V­a­r­!­

80’li yılların ikinci yarısıydı. Beyazıt Meydanı’ndan geçip Kapalıçarşı’daki mağazamıza giderken İstanbul Üniversitesi giriş kapısının önünde bekleyen başörtülü kız öğrencileri görürdüm. İçeri giremezlerdi. Eğitim hakları ellerinden alınan bu insanlar kamusal alan adı verilen uyduruk tanımlama nedeniyle devlet kurumlarında da çalışamazlardı. Bu militarist ve faşist sistematik ülkeye senelerce patinaj yaptırdı, kalkınma yolunda büyük zaman ve enerji kaybına uğradık. Aslında farklılık ve çeşitliliği zenginlik olarak görüp bunu ülkenin lehine kullanmak yerine, 12 Eylül darbesi ile atılan toplumsal ayrıştırmanın temelleri güçlendiriliyordu.

17 Ağustos 1999 gecesi Yalova-Çınarcık sahil şeridindeki yazlık dairemizde Bernard Lewis’in Modern Türkiye’nin Doğuşu” kitabını okurken yatağım hafifçe sallanmaya başladı.

17 Ağustos 1999 gecesi Yalova-Çınarcık sahil şeridindeki yazlık dairemizde Bernard Lewis’in Modern Türkiye’nin Doğuşu” kitabını okurken yatağım hafifçe sallanmaya başladı.

Dairemiz giriş katındaydı ve normal zamanda binanın dışına çıkmak çok kolaydı. Deprem olduğunu anlayıp kapıya doğru koşarken birden sarsıntı hızlandı, ayakta bile zor duruyordum. Rahmetli annem içeriden bana bağırıp dairenin kapısını açmaya çalışıyordu ama nafile, şiddetli sallantı nedeni ile kapı kasmıştı, açılmıyordu. Küçücük giriş dairesinin içinden beş metre uzaklıktaki yola kendimizi atamadık, duvardaki fayanslar kırılıp yere dökülmeye başladığında deprem durmuştu ve ancak çıkabilmiştik. İlk saniyeden son kırk beşinci saniyeye kadar yaşadığım o sarsıntı, gürültü ve uğultu dolu anları ömrüm boyunca unutamadım. Sonradan kırılan fay hattının balkonumuzun bir kilometre ilerisinde denizin içerisinden geçtiğini öğrendim. Her neyse, depreme ait ilk sıcak haberlerden sonra hadiseye ait felsefi ve dini (!) tartışmalar peydahlanmaya başlamıştı. Birden ciddi ciddi depremin merkez üssünün irticai faaliyetler ile mücadeleye dönük 28 Şubat kararlarının alındığı Gölcük Donanma Komutanlığı olmasının tesadüf değil yaratanın takdiri olduğu dillendirilmeye başlandı. İnanamıyordum, toplumsal ayrışmaya sonunda Allah’ta dahil edilmişti. 

Gölcük merkezli depremden yaklaşık iki sene sonra toplumun her kesimini kucaklayacağı iddiası ile yeni bir siyasi oluşum iktidara geldi. Söylemler çok olumlu idi ve başlangıç hiç de fena değildi ama ülkenin makus kaderi seneler içerisinde ekonomide, insan haklarında, dış politikada, adalette, eğitimde, demokraside depremleri ardı ardına getirmeye başladı. Toplumsal ayrışma tüm hızı ile artarken muasır medeniyetler seviyesinden giderek uzaklaşıyorduk.  

Bir sürü sorunun içerisinden sıyrılmaya çalıştığımız şu günlerde en son karşılaşmak istediğimiz ülke gerçeklerinden birisi ile karşılaştık. Deprem, Güzel İzmir’i ve ona bağlı UNESCO tarafından bile dünya kültür mirası olarak tanımlanan şirin Sığacık’ı vurdu.

Yüreğimi burkan bu haberden daha fazla içimi acıtan şey ise sosyal medyada içki, zina, eğlence gibi sebeplerden dolayı afetin oluştuğunu söyleyip neredeyse “oh oldu” diyebilecek hatırı sayılır miktardaki şahsiyetin mevcudiyeti idi.

Yüreğimi burkan bu haberden daha fazla içimi acıtan şey ise sosyal medyada içki, zina, eğlence gibi sebeplerden dolayı afetin oluştuğunu söyleyip neredeyse “oh oldu” diyebilecek hatırı sayılır miktardaki şahsiyetin mevcudiyeti idi.

Bir de tabii bilinmeyen oh çekenler vardı. Binanın kolon ve kirişlerini kesmeyi cehalet ile belki anlayabilirim ancak bu derece bir toplumsal ayrışmanın izahı eğitim, din, inanç, siyaset ile falan olamaz. Bu başka bir patoloji! 

Senelerdir o siyasi iktidar gidiyor diğeri geliyor ama orta gelir tuzağından çıkamıyoruz, yolsuzluk ve rüşveti azaltamıyoruz, insan haklarına saygı gösteremiyoruz ve giderek birbirimizden daha fazla uzaklaşıyor, kutuplaşıyoruz. Ne kafaları ne de sosyolojik kodları değiştirmemekte ısrar ediyoruz.  

Görünüyor ki zihnimiz ve düşüncelerimiz evrensel değerler, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve en önemlisi karşılıklı sevgi ve saygı temelli bir kentsel dönüşüm geçirmedikçe daha çoook üzüleceğiz.  

Geçmiş olsun güzel İzmir… 

LinkedIn
Instagram
Facebook

Popular Articles

Latest Articles