T­ü­r­k­ ­E­d­e­b­i­y­a­t­ı­n­d­a­ ­Ç­o­k­ ­O­k­u­n­a­n­ ­A­m­a­ ­H­i­k­a­y­e­s­i­ ­B­i­l­i­n­m­e­y­e­n­ ­2­0­ ­M­e­ş­h­u­r­ ­Ş­i­i­r­i­n­ ­Ö­y­k­ü­s­ü­

T­ü­r­k­ ­E­d­e­b­i­y­a­t­ı­n­d­a­ ­Ç­o­k­ ­O­k­u­n­a­n­ ­A­m­a­ ­H­i­k­a­y­e­s­i­ ­B­i­l­i­n­m­e­y­e­n­ ­2­0­ ­M­e­ş­h­u­r­ ­Ş­i­i­r­i­n­ ­Ö­y­k­ü­s­ü­

Türk Edebiyatında pek çok şairin şiirlerini okuyup kimi zaman kendi anlamlarımızı katıyoruz. Ancak bu şiirlerden bazılarının kendilerine ait hikayeleri bulunuyor ve bu hikayeleri bildikten sonra geri dönüp tekrardan okundukları zaman şiirler daha da anlamlı hale geliyor. Bazılarının bestelendiği, bazılarınınsa akıllara kazandığı gerçek hayat hikayelerine sahip olan şiirlerin hikayelerini öğrenmek için bu içeriğe göz atabilirsiniz. ✒️

1. Ece Ayhan- Meçhul Öğrenci Anıtı

1. Ece Ayhan- Meçhul Öğrenci Anıtı

Şiir 1969 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öldürülen Battal Meheteoğlu’nu anlatır. Battal Meheteoğlu Malatyalıdır ve geçimlerini babasının at arabası ile taşıyıcılık yapmasından sağlarlardı. Meheteoğlu’nun Yıldız Teknik üniversitesinde makine mühendisliğini kazanması sonucunda ailecek İstanbul’a gelirler ve Battal Meheteoğlu burada karşıt görüşlüler tarafından komünist-devrimci olduğu gerekçesiyle okulun önünde vurularak öldürülür. Şiirde “Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler” yakarışları Meheteoğlu’nun annesine aittir. Ayrıyeten “Aldırma 128” derken de intihar ederek yaşamına son veren Nilgün Marmara’yı kast eder çünkü Nilgün Marmara’nın da okul numarası 128 idi.

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

2. Cahit Sıtkı Tarancı- Kara Sevda

2. Cahit Sıtkı Tarancı- Kara Sevda

Şair arkadaşı Vedat Günyol’un kardeşi Mihrimah Hanım’a platonik aşık olur ve bu şiiri yazar. Aradan geçen uzun yıllar sonrasında kardeşine olan aşkını arkadaşına açan şair Vedat Günyol’dan “Keşke zamanında söyleseydin, evlenmenizi çok isterdim” yanıtını alınca pişmanlık duyar çünkü artık Mihrimah Hanım başka biriyle evlidir.

 Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.
Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür dönedolana
Ağladığım yer penceresi midir?
Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir

3. Nazım Hikmet- Ceviz Ağacı

3. Nazım Hikmet- Ceviz Ağacı

Nazım Hikmet bir gün sevgilisiyle Gülhane parkında buluşmak üzere anlaşır. Ancak parka polis gelir ve şair aranıyordur. Bu yüzden Nazım Hikmet ağaca çıkar ve sevgilisi buluşma yerine geldiğinde polisten saklandığı için ona seslenemez.  Dolayısıyla da ne sevgilisi ne de polis ceviz ağacının üzerindeki şairi fark edemez.

Başım köpük köpük bulut,
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

4. Yahya Kemal Beyatlı- Sessiz Gemi

4. Yahya Kemal Beyatlı- Sessiz Gemi

Bilinenin aksine ölümü değil ayrılığı anlatan bir şiirdir. Yahya Kemal Nazım Hikmet’e ders vermek için evine gittiği sırada Nazım Hikmet’in annesine aşık olur ve aralarında aşk başlar. Bu durumdan rahatsız olan ve karşı çıkan Nazım Hikmet bir gün Yahya Kemal’e “hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz”  yazan bir not bırakır. Bu not üzerine Cemile Hanım ile Yahya Kemal’in aşkı imkansız bir hal alır ve şair onlardan uzaklaşır.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

5. Cahit Sıtkı Tarancı- Haydi Abbas Vakit Tamam

5. Cahit Sıtkı Tarancı- Haydi Abbas Vakit Tamam

Yedek subay sayısının az olmasından kaynaklı her yedek subaya emir eri verildiği zamanlarda şair künye defterinde Abbas oğlu Abbas ismini görür ve bu isim şaire küçükken dinlediği masalları anımsatır. Bu yüzden de sakat eli dolayısıyla çürüğe alınmış Abbası emir eri yapıyor. Abbas şairin demesine gerek kalmadan öğle yemeğini hazırlar, kıyafetlerini ütüler, akşamları da çilingir sofrasını hazırlardı. Şairde bu şiiri Abbas’ın temiz kalbine ve sıkı dostluklarına yazmıştır. 

 Haydi Abbas, vakit tamam;
 Akşam diyordun işte oldu akşam.
 Kur bakalım çilingir soframızı;
 Dinsin artık bu kalb ağrısı.
 Şu ağacın gölgesinde olsun;
 Tam kenarında havuzun.
 Aya haber sal çıksın bu gece;
 Görünsün şöyle gönlümce.
 Bas kırbacı sihirli seccadeye,
 Göster hükmettiğini mesafeye
 Ve zamana.
 Katıp tozu dumana,
 Var git,
 Böyle ferman etti Cahit,
 Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
 Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

6. Ahmed Arif- Ay Karanlık

6. Ahmed Arif- Ay Karanlık

Ahmed Arif bu şiirini en büyük aşkı olan ve defalarca mektuplar yazdığı Leyla Erbil’e yazmıştır. Ancak Leyla Erbil’in Ahmed Arif’in aşkına verebilecek bir karşılığı yoktur. 

Maviye/Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine/Rüzgarda asi,
Körsem/Senden gayrısına yoksam
Bozuksam/Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...
İtten aç/Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille/Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş
Etme gel,
Ay karanlık...

7. Turgut Uyar- Bir Bozuk Saattir Yüreğim, Hep Sende Durur

7. Turgut Uyar- Bir Bozuk Saattir Yüreğim, Hep Sende Durur

Turgut Uyar bu şiiri hep her an kaybetme kaygısı taşıdığı derin bir aşkla bağlı olduğu eşi Tomris Uyar için yazar. 

Herkes seni sen zanneder.

 Senin sen olmadığını bile bilmeden,
 Sen bile..
 Seni ben geçerken,
 Derim ki,
 Saati sorduklarında;
 Onu ”O” geçiyordur.
 Kimse anlam veremez.
 Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
 Ettirmek istiyor musun demezler.

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.

Zamanı durdururum yüreğimde,

Sensiz geçtiği için,

Akrep yelkovana küskündür.

Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.

Bil ki akrep yelkovanı geçerse,

Atan bu yüreğim durur.

Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.

8. Sahattin Ali- Aldırma Deli Gönül

8. Sahattin Ali- Aldırma Deli Gönül

Sabahattin Ali bu şiirini Sinop cezaevinde dört duvar arasında kalırken o duvarlar ardındaki denize, gökyüzüne ulaşamazken dışarıya hasretle yazmıştır.

Başın öne eğilmesin

Aldırma gönül aldırma

Ağladığın duyulmasın

Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar

Gelip duvarları yalar

Seni bu sesler oyalar

Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi

Yukarıya çevir gözü

Deniz dibidir gökyüzü

Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha

Bir sitem yolla Allah'a

Görecek günler var daha

Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter

Yollar gide gide biter

Ceza yata yata biter

Aldırma gönül, aldırma

9. Orhan Veli Kanık- Ağaç

9. Orhan Veli Kanık- Ağaç

Bir gün Orhan veli ve Oktay Rıfat, Necip Fazıl’ın Ağaç dersine yayımlanması için şiirlerini verirler. Ancak şiileri dergide
 yayımlanmaz, şiirlerini ger istediklerinde ise geri veren olmaz. Bunun üzerine Orhan Veli “Ağaç” şiirini yazar.

Ağaca bir taş attım;

Düşmedi taşım,

Düşmedi taşım.

Taşımı ağaç yedi;

Taşımı isterim,

Taşımı isterim!

10. Orhan Veli Kanık- Efsane

10. Orhan Veli Kanık- Efsane

Orhan Veli’nin yazdıktan sonra Yahya Kemal’e gösterdiği ve sonrasında aralarında “Siz biraz daha gayret etseniz bizi de geçeceksiniz.' Demesinin ardından Orhan Veli'nin verdiği “Aman efendim, biz bunu alay olsun diye yazıyoruz.” diyaloglarının geçmesine sebep olan bir şiirdir. 

Bir zamanlardı bu gazhanede bir dem vardı

Gece sahilde sular ferce kadar cağlardı

O çağıltıyla beraber dokunurken def u cenk

Bir güneş  dalgalar üstünde doğar rengarenk
Mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
Rindiler mugbeceler mest butun mecliste
Ve o haletle butun kahkahalar nağmeleşir
Dilde Yahya Kemal'in şarkisi şehnameleşir

O gürültüyle sular çalkalanır cağlardı

Bir zamanlardı bu gazhanede bir dem vardı
Lakin artık o hayal alemi bir efsane

Ses seda yok bu değil sanki

11. Ahmed Arif- 33 Kurşun

11. Ahmed Arif- 33 Kurşun

Şiir; Muğlalı Olayı olarak geçen 33 kişinin hayvan kaçakçılığı
yaptığı gerekçesiyle yargısız olarak kurşuna dizilerek öldürülen 32 kişi ve
kaçan bir kişini için yazılmıştır. 

1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
Yiğitlik inkar gelinmez
Tek'e - tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...
2.
Yokuşun dibinden bir tavşan
kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile faka
basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...
Kirveyiz, kardeşiz, kanla
bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

12. Necip Fazıl Kısakürek- Kaldırımlar

12. Necip Fazıl Kısakürek- Kaldırımlar

Şairin kendi hayat hikayesini, inişlerini, çıkışlarını konu edinen bir şiirdir. Kumar oynadığı dönemlerden son haline kadar olan hayatını şair, Kaldırımlar şiirinde anlatmıştır.

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

13. Cemal Süreya- Sürgün

13. Cemal Süreya- Sürgün

Cemal süreya Kürt bir ailenin çocuğu Tunceli’de doğuyor ve Dersim Soykırımı sırasında ailesi ile birlikte Bilecik’e sürgüne gönderiliyor. Nereye gidecekleri bilinmeden bir anda kendilerini trende buluyorlar. Şair, sürgünden kaynaklı yalnızca evini değil annesini de kaybeder.

Bizi bir kamyona
doldurdular
Tüfekli iki erin nezaretinde.
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar
Tarih öncesi köpekler havlıyordu
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü

14. Edip Cansever- Masa da Masaymış Ha

14. Edip Cansever- Masa da Masaymış Ha

Şairin yakasına yapıştığı için pek memnun olmadığı bu şiirde aslına dönemin “sanatçı” profiliyle ironi yaptığı bir eserdir. 

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

15. Ülkü Tamer- Üşür Ölüm Bile

15. Ülkü Tamer- Üşür Ölüm Bile

Şair bu şiiri yaşadığı döneminde artan kaçırılıp öldürülme vakalarındaki
gençlerin anısına kurgulayıp yazmıştır.

Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Diz çöktüler karşısına
Sonra ateş ettiler
Parçalanan yüreğine
Yuva kurdu mermiler
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Gelip kondu bir güvercin
Ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu
Bileğinde kelepçe
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle

16. Mehmet Akif Ersoy- Bülbül

16. Mehmet Akif Ersoy- Bülbül

1920 yılında
Ankara’da saldırı için hazırlanan Yunan komutanın Bursa’da Osman Gazi’nin
türbesinde ayağını dayayarak “Kalk koca Türk!.. Senden ırkımın intikamını
almaya geldim. Bak kurduğun devlet parça parça oldu. Bursa’yı eski sahibine
iade ettik. Zelil neslin şimdi elimizde bir köle durumunda bulunuyor. Kalk!..
Seni bir kere daha öldüreyim de ırkımın intikamını alayım!..” sözleriyle dünya
basınında yer edinmesinin ardından Mehmet Akif “Bülbül” şiirini yazıyor. 

Basri Bey oğlumuza-

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli 'insâniyyet'in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

17. Ahmet Hamdi Tanpınar- Bursa’da Zaman

17. Ahmet Hamdi Tanpınar-  Bursa’da Zaman

Bu şiir ne bir kahramanlık ne de Bursa ile diğer ülkelerin kaşılaştırması yapan bir şiiirdir. Osmanlı’nın başkentlerinden biri olan bu şehrin ruhundan, zamanından ve mekanından bahsedilir. 

Bursa'da eski bir cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinden gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.
Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanın
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camileri eski bahçeler,
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengamelerin
Nakleder yadını gelen geçene.
Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman,
Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk Bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde... ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

18. Didem Madak- Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım

18. Didem Madak- Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım

Didem Madak boşandıktan sonra parası ancak bir bodrum katına yettiği için bodrum katında yaşamaya başlar ve bura şiirler yamaya başlar. Bu şiirde bodrum katında kaleme aldığı şiirlerdendir. 

'Zenciler prensesi olacağım.
Hayat işte asıl o zaman başlayacak.'
Pippi Uzunçorap
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırküç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!
'Gün akşam oldu' diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde
Rengarenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır,sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarım acilen anlatmalı.
Ondört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da 'organzm gıcırtıları' oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiiler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
'Sofı'nin tercihini' seyrederken çok ağlamıştım.
Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir 'eşya toplayıcısıyım' bayım.
Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir de kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.

19. Atilla İlhan- Sisler Bulvarı

19. Atilla İlhan- Sisler Bulvarı

Şairin sanılanın aksine Paris’te değil İstanbul’da emekli Melahat
Hanım’ın evinde kalırken güneşli pastanesinden akşamları düşen sisleri
izlerken, bir yandan da sevdiği kadını düşünürken yazdığı bir şiirdir.

elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum

20. Gülten Akın- Bölünen Kadınlar Şiiri

20. Gülten Akın- Bölünen Kadınlar Şiiri

Gülten Akın emekli olmasının ardından oğlunun bir banka soygununa karıştığı gerekçesiyle gözaltına alınmasıyla oğlunun yaşadığı zorluluklarının kendisindeki etkisinin aktarıldığı şiirlerinden bir tanesidir. 

Sonsuz tenin bir serap olduğunu
bilen kadınlar
sonsuz tine büyücülerle yönelen kadınlar
kısık bir perdenin o gerçeği
gösterdiğinden umutlu
bir perdenin kısık yeri kadar
incelen kadınlar
dünya, nedir onlardaki yansın
demir mi, ateş mi, belki cehennem
pervaneler işte, renkli camlara
çarpa çarpa hayal kanatlarını
tükenen kadınlar

Sizin eklemek istediğiniz şiirler neler?

Popular Articles

Latest Articles