2­7­ ­M­a­y­ı­s­’­ı­n­ ­s­a­n­c­ı­l­ı­ ­s­a­y­f­a­l­a­r­ı­ ­3­…­ ­T­B­M­M­ ­k­a­p­ı­s­ı­n­d­a­ ­a­s­k­e­r­l­e­r­l­e­ ­l­i­n­ç­ ­t­e­h­d­i­d­i­

2­7­ ­M­a­y­ı­s­’­ı­n­ ­s­a­n­c­ı­l­ı­ ­s­a­y­f­a­l­a­r­ı­ ­3­…­ ­T­B­M­M­ ­k­a­p­ı­s­ı­n­d­a­ ­a­s­k­e­r­l­e­r­l­e­ ­l­i­n­ç­ ­t­e­h­d­i­d­i­

“Meclis’in açılış günü beni Meclis kapısında askerlere linç ettireceklerini haber almış...”

Meclis kapısında askerler tarafından linç edileceği söylenen kişi, 1961 yılı ekim ayında yapılacak cumhurbaşkanı seçimine adaylığını koymuş olan AP Samsun Senatörü, anayasa hocası Ordinaryüs Profesör Ali Fuad Başgil’di.

Bu hazırlığı kendisine aktaran, yani “Seni TBMM kapısında linç ettireceklerini haber aldım” diyen kişi ise Adalet Partisi’nin ilk genel başkanı Ragıp Gümüşpala...

Gümüşpala asker kökenliydi. Emekli orgeneraldi. Bir önceki Genelkurmay Başkanı’ydı.

Bir yıl önce 27 Mayıs darbesi gerçekleştiğinde, Orgeneral Gümüşpala Erzurum’da Üçüncü Ordu Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Evet, darbe girişiminin içinde değildi. Darbeye uzanan süreçte cunta ile bir ilişkisi olmamıştı.

Ancak darbe gerçekleştiği noktada bir ordu komutanı olarak nasıl bir tutum alacağı hususunda bir tereddüt geçirdiği, hareket tarzını belirlemeden önce darbenin niteliğini, gücü eline geçiren kadroları, komutanların durumunu öğrenmek için bir süre beklediği sır değildi.

Altan Öymen, 27 Mayıs darbesi ve buna giden hadiseleri anlattığı “...Ve İhtilal” başlıklı kitabında, 27 Mayıs sabahı “askeri mekanizma içinde tereddütlerin kendini gösterdiğini” yazıyor.

Öymen, Gümüşpala’nın durumunu
şöyle yazıyor:

“Erzurum’daki Üçüncü Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala’nın Ankara’daki komitenin otoritesini kabul etmesi biraz zaman almıştı. Ama o sorun da bir süre sonra çözülmüştü.”

Hürriyet
AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala, 6 Haziran 1964 tarihinde 67 yaşında Ankara’da vefat etti. Ardından aynı yıl 29 Kasım’da düzenlenen AP Kongresi’nde yerine Süleyman Demirel seçildi.

DARBECİLER ÖNCE GENELKURMAY BAŞKANI YAPTI, SONRA TASFİYE...

Daha önemlisi, darbeciler görevden alıp Yassıada’ya gönderdikleri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüşdü Erdelhun’un yerine tam bir hafta sonra 3 Haziran 1960 tarihinde Orgeneral Gümüşpala’yı getirmişlerdi. Ancak Gümüşpala bu görevde iki ay kalabildi, 4 Ağustos 1960 tarihindeki toplu tasfiyede darbeciler tarafından ordudan atıldı.

Yani, 27 Mayıs Darbesi’nin önce Genelkurmay Başkanı görevine getirdiği, ama sonradan tasfiye ettiği bir isimdi.

Ordu’dan ihracıyla birlikte Gümüşpala, 27 Mayıs’ın karşısına geçerek eleştirel bir çizgiye kaymıştı. Darbeye muhalefeti onu demokrasiye dönüş sürecinde Demokrat Parti’nin yerine kurulan Adalet Partisi’nin genel başkanlığına taşımıştı.

Hem asker kökenli olup hem de darbecilerle sonradan karşı karşıya gelen birinin AP’nin başına geçmesi, Demokrat Parti geleneğini sürdüren siyaset kadrolarının demokrasiye geçiş aşamasındaki bir dengeyi bulma, orta yol arayışını da yansıtıyordu.

Taşıdığı ağırlıkta tarihi kişiliği de önemli bir faktördü. 1897 doğumlu olan Gümüşpala, Mekteb-i Harbiye’yi bitirdikten sonra Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin cephesinde Nablus Muharebesi sırasında İngilizlere esir düşmüş, iki yıl esir hayatı yaşamıştı. Ardından Türkiye’ye dönen Gümüşpala İstiklal Savaşı’na katılıp İstiklal Madalyası almıştı.

Bu kez Türkiye’nin darbeden sonra
demokrasiye geçiş sürecinde, kısa bir süre önce darağacında lider kadrosundan üç önemli şahsiyeti kaybetmiş bir siyasi kadronun kurduğu Adalet Partisi’nin liderliğini üstlenmişti.

GÜMÜŞPALA TERS AKINTILARIN ORTASINDA KALINCA

Adalet Partisi, 15 Ekim 1961 tarihindeki seçimde sandıktan CHP’nin ardından az bir farkla ikinci çıkmıştı. Gelgelelim Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP) ile işbirliğine girmesi, iktidarın kapılarını AP’ye aralayabilirdi.

Meclis aritmetiği, gerekli ittifaklar kurulduğu takdirde Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık görevlerini bu partinin alabilmesini en azından kâğıt üstünde mümkün kılıyordu. Tabii partinin başındaki genel başkanın siyasi hedeflerini de yakından ilgilendiriyordu bu ihtimaller.

Buna karşılık, Gümüşpala, bu tür iddialı siyasi hedefler bir tarafa, başında bulunduğu partiye, onun kadrolarına hâkim olmakta, otorite kurmakta zorlanıyordu. En önemlisi, hesapta olmayan bir şekilde Samsun Senatörü Prof. Ali Fuad Tugay’ın cumhurbaşkanlığına adaylığını duyurması kendisini de zor bir duruma sokmuştu. Parti tabanından, milletvekillerinden büyük bir destek alıyordu Prof. Başgil.

Cumhurbaşkanlığı makamına ne yapıp yapıp Cemal Gürsel’i seçtirmek isteyen askerler de Başgil’in isminin gündeme gelmesine çok tepkiliydiler.

Bu durum Gümüşpala açısından ciddi sıkıntılar yaratıyordu. Bir taraftan içinden geldiği TSK ile hassas bir şekilde seyreden sancılı bir ilişkiyi idare etmek, diğer taraftan partisi içinde çok sesliliği kontrol etmek ve aynı zamanda kendi siyasi konumunu, geleceğini hesapta tutmak gibi zor sınamalarla kuşatılmıştı.

Hürriyet

BAŞGİL KONUSUNDA ASKERLERE GÜVENCE

AP lideri Gümüşpala, 24 Ekim 1961 Salı günü Çankaya Köşkü’nde Orgeneral Cemal Gürsel’in başkanlığında yapılan toplantıda kuvvet komutanlarının önünde tehdit ve baskı altında “partilerinin aday çıkarmayacağı” taahhüdünü içeren bir bildiriye imza atmıştı.

Yani parti tabanının geniş bir kesiminin büyük bir sempatiyle arka çıktığı Prof. Başgil’in adaylığını desteklemeyeceğini taahhüt etmişti askerlere.

Dahası var. Zaten Türkiye’ye dönmemesi için Prof. Başgil’e haber gönderdiğini de askerlere bildirmişti Çankaya’daki zirvede. Bu konuda güvence vermişti. Mesele şuradaydı ki, Prof. Başgil’e gönderdiği “Gelme” mesajının muhatabına ulaşmadığından haberi yoktu. Çünkü partide kendisinin altında bulunanlar bu mesajı iletmemişlerdi. Ayrıca, Başgil’in zaten Türkiye’ye ayak basmış olduğundan da haberi yok gibi görünüyordu Gümüşpala.

Bu arada, hafta başında Başgil’in adaylığından duyduğu rahatsızlığı dışa vuran bir açıklama da yapmıştı. Hürriyet, 22 Ekim 1961 Pazar günü dokuz sütuna “Gümüşpala: Ya Başgil, ya ben diyor” manşetiyle çıkmıştı.

Hürriyet

OSMANLI’NIN İKİ SUBAYI CUMHURİYET’İN DEMOKRASİ SINAVINDA

Şimdi 24 Ekim Perşembe akşamına dönelim ve projektörlerimizi AP lideri Gümüşpala’nın Ankara’daki evine çevirelim. Aynı gün akşam saatlerinde Başbakanlık’a çağrılan ve Milli Birlik Komitesi’nin iki nüfuzlu ismi tarafından adaylığını çekmezse “hayatının güvence edilemeyeceği” kendisine bildirilen Prof. Başgil, saat 21.30 sularında buradan ayrılır. Başgil’in bir sonraki durağı Gümüşpala’nın evidir.

Burada önemli bir noktanın altını çizelim. MBK üyesi Tümgeneral Sıtkı Ulay, bu tehdidi Başgil’e ilettikten sonra “Gümüşpala ile görüşünüz, dediklerimi o da size tekrar edecek ve anlatacaktır” diye konuşmuştur.

Sonunda Gümüşpala ile Başgil ilk kez karşılaşıyorlardı. Tabii, tarihe uzanan izdüşümleri de vardı bu buluşmanın. Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı Ordusu’nun subayları olarak Başgil Kafkasya, Gümüşpala ise Filistin cephesinde çarpışmıştı.

Osmanlı’nın iki subayı, şimdi Cumhuriyet’in demokrasi sancıları içinde yaşanan sıcak bir cumhurbaşkanı seçimi krizinin iki aktörü olarak karşı karşıya bulunuyordu.

‘İMZA ATMAYA MECBUR KALDIM’ MESAJI

Görüşme başladığında, Başgil’in aktarımına göre, Gümüşpala önce “omuzlarına aldığı yükü Meclis’in eşiğine kadar getirdiğini, ancak burada zorluk baş gösterdiğini” söyledi. Bir gün önce, yani 23 Ekim’de İçişleri Bakanlığı’na davet edilmişler ve orada “nahoş bir vaziyetle” karşılaşmışlardı.

AP Genel Başkanı, daha sonra o gün (24 Ekim) sabah saatlerinde Çankaya Köşkü’nde Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Gürsel’in başkanlığında kuvvet komutanlarıyla yapılan toplantıda dörtlü mutabakata imza atılması hadisesini anlattı.

Görüşmenin bu kısmını “Hatıralar” isimle kitabında Prof. Başgil, Gümüşpala’ya atfen şu şekilde aktarıyor:

“Çankaya’da Silahlı Kuvvet Kumandanlarıyla yapılan toplantıda esen sert havayı, partilerce reisicumhurluğa aday gösterilmemesi taahhüdünü havi protokolü ne şartlar altında imza ettiklerini anlattı.”

“Başka bir seçeneğim yoktu” demeye getiriyordu Gümüşpala.

LİNÇ MESELESİ ÜZERİNE TELGRAF TALİMATI

Gümüşpala, görüşmenin bu bölümünde daha önce duyduğu bir haberi de aktardı. Bu, Başgil’i hedef alan linç meselesiydi.

Prof. Başgil’in hatıratının bu kısmında şu aktarım yer alıyor:

“Bu arada, Meclis’in açılış günü, beni, meclis kapısında askerlere linç ettireceklerini haber aldığını ve bu müthiş haber üzerine bana, Cenevre’ye Türkiye’ye gelmemem için telgraf çekmelerini arkadaşlarından rica ettiğini söyledi ve (Tahsin) Demiray’a dönerek,

-Tahsin Bey, o telgraf çekildi miydi? diye sordu.

Tahsin Bey de “O mealde değil de hareketini bir gün sonraya bırakması için telgraf çektik’ dedi.”

TELGRAF CENEVRE’YE NEDEN GİTMEDİ?

Şimdi burada biraz duralım. Bu ifadelerden, Başgil’in Türkiye’ye gelmesini önlemek amacıyla AP lideri Gümüşpala’ya ulaşacak şekilde “Başgil’in Meclis’in kapısında linç edileceği” haberlerinin yayıldığı anlaşılıyor.

Gümüşpala, bunun üzerine Başgil’in İsviçre’den Türkiye’ye dönmesini önlemek için harekete geçmiştir. İlginç olan nokta, Türkiye’ye gelmemesi için telgraf çekilmesi talimatını vermesine rağmen, bu telgraf gönderilmemiştir. Bunun nedeni, talimatı verdiği kişilerin aslında bizzat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığını destekliyor olmalarıdır.

Gümüşpala’nın telgraf göndermekle görevlendirdiği AP İstanbul Milletvekili Tahsin Demiray, Prof. Başgil’in aynı gün Tümgeneral Sıtkı Ulay’la görüşmesinde yanından bulunan kişidir. En güvendiği dava arkadaşlarından biridir. Gümüşpala’nın “Türkiye’ye gelmesin” mesajını Başgil’e iletmediği anlaşılıyor bu konuşmalardan

Aslında tek başına bu hadise bile, AP’nin de kendi içinde ne kadar bölünmüş olduğunu, bir yönüyle Başgil’in parti kademelerindeki etkisinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

Her halükârda Başgil, Gümüşpala’nın verdiği bilgileri Tümgeneral Sıtkı Ulay’ın “Çekilmezseniz hayatınızı garanti edemeyiz” şeklindeki tehdidinin teyidi olarak değerlendirmiştir.

Buradaki dikkat çekici bir nokta da, Başgil’in sorusu üzerine Gümüşpala’nın kendisinin adaylığına karşı çıktığını, “Ya o ya ben” şeklinde bir açıklama yaptığını kabul etmeyip, “Gazetecilere böyle bir şey söylemedim” diyerek inkar yoluna gitmesidir.

OSMAN BÖLÜKBAŞI’YA ‘BU BİR ALİ CENGİZ OYUNU’ DEDİ Mİ?

Prof. Başgil, Gümüşpala’nın yanından ayrılıp saat 01.00 sularında doğruca CKMP lideri Osman Bölükbaşı’nın evine gitmiştir. Usta politikacı, kendisinin mutlak güven duyduğu bir isimdir. Ancak Bölükbaşı da 24 Ekim Çankaya Zirvesi’nde dörtlü taahhütnameye imza atan liderlerden biridir.

Hürriyet

“Ben hayatımda bu derece içimin çekmediği bir vesikaya imza koymadım ve eza duymadım” der Bölükbaşı.

Başgil, tam bu noktada Bölükbaşı’na cevap olarak “A dostum, hata olduğunu bilerek protokolü imza edip eza duyacağınıza, elinizdeki emaneti sahibine iade etseydiniz daha isabet ederdiniz. Çünkü ısrar ve tazyik yolunu tutanlar, karşılarındakinin bu feragati gösteremeyeceğini hissettikleri için ısrar ederler. Bu öteden beri bilinen bir Ali Cengiz oyunudur...” diyecek olduğunu, “fakat kendini tuttuğunu” yazıyor.

Bu cevabı Bölükbaşı’na söylememiştir ama yıllar sonra hatıratında yazmıştır. Bir başka anlatımla, Bölükbaşı’na “O protokolü imzalamayacaktınız. Ali Cengiz oyununa geldiniz” mesajını yıllar sonra kitabı üzerinden vermiştir.

‘ALİ FUAD BAŞGİL DİYE BİR MESELE KALMADI’

Bölükbaşı ile yaptıkları görüşme, o gün (24 Ekim) Çankaya Köşkü’nde düzenlenen zirvede geçen konuşmalarla ilgili bir dizi ayrıntıyı öğrenmesini de mümkün kılmıştır Başgil’in.

Bu ayrıntılardan biri şudur. Toplantıda bir kuvvet komutanı ayağa kalkarak, çok sert bir eda ile Başgil aleyhine sözler söylemiştir. Gümüşpala, bunun üzerine “Ali Fuad Başgil diye bir mesele kalmamıştır. Ben Cenevre’ye kendisine Türkiye’ye dönmemesi için telgraf çektirdim” dediğini anlatır.

Başgil, daha sonra “Anlaşılıyor ki, Gümüşpala benim 22 (23 olmalıdır) Ekim’den beri İstanbul’da ve Ankara yolunda olduğumu haber almamıştı” diye ekliyor.

Özetle, Gümüşpala kendisinin gıyabında komutanlara “Başgil meselesinin hallolduğuna” dair bir güvence vermişti. Ama Çankaya’da bu konuşmaların geçtiği anlarda Başgil kendisini Haydarpaşa’dan getiren trenle Ankara’ya yaklaşmaktaydı.

‘SÜNGÜ UCUNDA KUKLA OLMAM’

Bölükbaşı’nın evinde gece yarısı olmuştu.

“Bölükbaşı, genel havayı aktarırken hülasa ederek, havanın benim aleyhimde çok sert bir fırtına halinde esmekte olduğu, bu vaziyet karşısında benim Cumhurreisliği adaylığımı geri alarak Senatörlükte kalmamın doğru olacağı mütalaasında bulundu” diye anlatıyor Prof. Başgil.

Bölükbaşı’ya şu yanıtı verir:

“Ben bu hususta söz verdim. Hatta yazılı bir vesika imza ettim. Bu artık benim için bir haysiyet meselesi oldu. Geri dönerek şeytan politikacılar seviyesine düşmem. Senatörlükte kalmaya gelince, dünden beri buradaki tutumu gördüm ve havayı sezdim. Ben mütevazı fakat şeref duygusuna sahip bir insanım. Senatörlükte kalıp da bütün kanaatlerimi çiğneyerek, süngü ucunda kukla olmak istemem. Bu benim işim değildir.”

Bu konuşmalar saatlerce sürer. Sigaraların biri bitmeden diğeri yakılır. Kahve üstüne kahveler içilir. Sabahın dördüdür. Tarihin ağır akışı içinde 25 Ekim 1961 gününe, TBMM’nin darbeden 17 ay sonra yeniden açılacağı güne girilmiştir. Bölükbaşı’nın yanından ayrılıp Kızılay’daki Barikan Oteli’ne dönerler.

Başgil, yanındaki Samsun Milletvekili Ali Fuat Alişan’dan kendisini İstanbul’a götürecek “sağlam bir taksi kiralamasını” ister. Samsun Senatörü Fethi Tevetoğlu’ndan da iki tabaka kâğıt bulmasını... Biri telgraf, diğeri dilekçe şeklinde iki “istifaname” yazar. Bunları, ilk açılış saatinde postaneye götürmelerini için arkadaşlarına emanet eder.

Yanında Alişan ve Tevetoğlu olmak üzere iki kişi kalmıştır. Sonrasını şöyle anlatıyor:

“Aşağıda taksi bizi bekliyordu. Doktor Tevetoğlu ve Alişan, bu iki vefalı arkadaşım, benim bu kararımdan duydukları teessürü yenemeyerek, gözleri yaşlı, boynuma sarıldılar. Aşağıya indik. Arkadaşlar yanıma bir de Samsunlu bir arkadaş verdiler. Sabaha karşın derin sessizliği içinde Ankara’dan ayrıldık. Saat on bir buçukta eve geldik.”

Başgil’e yol boyunca ona göz kulak olması için kendisi gibi Samsunlu bir hemşerisi de eşlik etmiştir.

Böylelikle, 27 Mayıs darbesinden sonraki demokrasiye geçiş denemesinde AP tabanının kendi içinden çıkardığı bir adayın özgürce seçime katılabilme çabası, bu adayın ölüm tehditleri altında Ankara’yı terk etmek zorunda kalıp, taksiyle İstanbul’a dönmesiyle sonuçlanıyordu.

GENELKURMAY BAŞKANI SABAH KIZILAY’DAKİ OTELE GELİNCE

Kendisi sabahın karanlığında Ankara’dan ayrılmasından sonra Kızılay’da kaldığı İzmir Caddesi’ndeki Barikan Oteli’nin sabah saatlerinde bir ziyaretçisi olmuştur. Hareketinden iki saat kadar sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay “birkaç maiyeti” ile birlikte otele gelip Başgil’i sormuştur.

Başgil, hatıratında bu hadiseyi aktardıktan sonra “Ne yapacak, ne diyecekti, bence meçhul...” diye yazıyor.

Orgeneral Sunay nihai kararını öğrenmediyse, adaylıktan çekilmesi için kendisine baskı yapacaktı muhtemelen.

Bu hadisenin, bir genelkurmay başkanının boşa çıkan otel ziyareti (ya da harekâtı) olarak Türk demokrasi tarihine geçtiğini söyleyebiliriz.

YARIN

Çankaya Zirvesi’ne katılan diğer aktörler bu olayı nasıl aktarıyor? İnönü’nün komutanlara verdiği ders...

Popular Articles

Latest Articles